Baş parmağımı elimdeki boş su şişesinin kapak kısmında gezdirirken gözlerim aradığı kişiyi görebilmek adına her boşluğa bakıyordu. Arkadaşlarım okulu ekmişken, devamsızlığı sınırda olduğu için peşlerine takılamayıp okulda kalan ben, sıkıntıdan bulaşacak birileri arıyordum. Arkadaşlarım olmadığı için de geriye tek bir seçeneğim kalıyordu.
Yürümeyi kesip olduğum yerde dururken, "Nerede olabilir ki şimdi?" diye mırıldandım kendi kendime. Bakışlarım Jungkook'u arıyorken, okul binası dışında olabileceği tek yer olan basketbol sahasında durdu. Orada da yoktu. Hiçbir yerde yoktu.
Tam pes etmek ve arayışlarımı kesmek üzereyken gözüme çarpan noktada gördüğüm Jungkook ile birlikte sonunda bulabilmiş olmamın sevinciyle yüzüme bir gülümseme kondurdum.
Elimdeki şişeyle oynamayı bırakıp pek yakın mesafede sayılmayan çöp kutusuna attıktan sonra boşta kalan elimi hırkamın cebine yerleştirdim. Baktığım tarafa yavaş adımlarla yürümeye başladım ve dakikalar içerisinde Jungkook'un tam tepesinde durmuştum. Okul bahçesinin bir kısmını kapladığı çimenlere boylu boyunca uzanmış ve bir kolunu yüzüne kapatmıştı. Uyuyup uyumadığından emin olmak ister gibi bir süre onu gözettiğimde herhangi bir hareket belirtisi göstermemişti. Nefes alış verişleri düzenliydi gördüğüm kadarıyla.
Elimi ona doğru uzatmak için ondan tarafa eğildiğimde, son anda vazgeçerek tekrar doğruldum ve ayağımla kolunu birkaç defa ittirdim. "Öldün mü?" Tekrar, ve daha sert sayılabilecek şekilde dürttüm. "Öldüysen öldüm de."
Bir anda yerinden fırladığında irkilerek birkaç adım geri kaçtım. Başta nerede olduğunu bilemiyormuş gibi etrafına bakındı, ardından bakışları korkuttuğu beni bulduğunda neden burada olduğumu sorgular gibi gözleri kısıldı.
"Nasıl gidiyor?" diye sordum buraya ne için geldiğimi unutup. Bana yanıt vermek yerine ters bir bakış attığında, "Ne?" diye sormuş bulundum bakışlarımı kaçırarak. "Ben yapmadım ki! Ayağım çarptı."
"Umarım yaptığın için geçerli bir sebebin vardır."
"Var elbette!" Abartılı bir tepkiyle sesimi yükselttim ve omuzlarımı dikleştirerek aklıma ilk geleni söyledim. "Kalk yerine yat diyecektim."
Ben gülümsemek için dudaklarımı gerdiğimde onun yüzünde mimik oynamadı. Aynı ifadeyi taklit ederek ben de dudaklarımdaki gülümsemeyi kaybettiğimde yüz ifadelerimizin ruhsuzluğu o an birbiriyle yarışıyor olmalıydı.
"Dalga geçmek haricinde söyleyeceğin bir şey varsa söyle Lalisa." Dişlerini sıkarak kurduğu cümleye yansıttığı öfkesi birkaç küçük adım daha geriye atmama sebep oldu.
"Yok, keyfine bak sen."
"Keyfimin içine ettin." Alnına düşen saçları tek eliyle geriye doğru attı. Gözlerini yumdu. Şimdi fark etmiştim de yüzü çok solgun görünüyordu. "Başım çatlıyor zaten."
Dizlerimi kırıp hemen yanında bağdaş kurdum. Hareketimle birlikte yukarı sıyrılan eteğim ve açılan bacaklarıma baktı. Dudaklarının arasından duyamayacağım kadar kısık sesli bir şeyler mırıldanarak üzerindeki hırkasını çıkardı ve açık olan bacaklarımın üstüne bıraktı.
"Basketbol sözün vardı." diyerek sözünü hatırlattım hevesle.
"O vardı birde değil mi?" Elini dağınık saçlarının arasından geçirdi. "Kaç aldın sınavdan?"
Bakışlarımı kaçırırken kısık bir sesle konuştum. "Yüz."
Ona bakmasam da güldüğünü duydum. "Tamam şimdi gerçek notunu söyle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fuck up the friends | liskook
FanfictionOkulun yıldız çifti Lalisa ve Jungkook, görünenin aksine birbirine aşık bir ikili değildi; birbirlerinden nefret ediyorlardı ve ikisi de isteklerinin dışında aralarındaki sahte ilişkiye katlanmaları gerektiğini biliyorlardı. fuck up the friends lali...