• 18

1.2K 107 82
                                    

Okulun en alt katında, kapının önünde dikiliyordum ve her ne kadar havaları soğuk olduğunda daha çok sevsem de, dakikalar boyunca o havayı solumak olduğum yerde buz kesmemi sağlamıştı. Havalar fazlasıyla inişli çıkışlı bir duruma sahipti. Sabah güneş altında kavrulurken, öğleden sonra bir anda hava kararmış, bozulmuştu ve şimdiyse atıştırarak yağan yağmur gittikçe hızlanacak bir sağanaka dönüşecek gibi görünüyordu. Dışarı çıktığım anda yağmurdan nasibimi almıştım. Üzerim tamamen ıslanmıştı ve hatta sırılsıklam diyebileceğim bir seviyeye gelmiştim. Bu sebeple yağmur damlalarının ulaşmadığı okul kapısının tam önünde dikilerek kurumayı ve yağmurun dinmesini beklerden, sırtımı da kapının cam yüzeyine yaslamıştım.

Son ders biteli neredeyse bir saat oluyordu. Çıkışta müzik sınıfında çalışmak için kalmıştım ve tam o sıralarda şansıma yağmur başlamıştı.

Dudaklarım arasından nefesimle birlikte çıkan buhar bulutunu izlerken, sırtımı yasladığım arkamdaki kapı sert bir hareketle çekilip açıldığında, geriye doğru sendeledim. Kendimi yerde bulmayı beklediğim o saniyelerde, arkama birinin geçerek sırtımın bir gövdeye yaslanmasını kesin olarak beklemiyordum.

Arkamdakinin kim olduğunu görmemiş olsam da parfümünden anlamıştım. Jungkook omzumun üzerinden uzattığı eliyle açtığı kapıyı tutuyorken, diğeriyle de düşmemem için kolumu tutmuştu.

Elinin baskısını azaltıp parmaklarını sardığı kolumdan yavaşça çektiğinde ve kendisi de arkamdan çekildi. Ben geçme fırsatı bulamadan benden önce davranarak arkamdan çekildi ve karşıma geçti. Bu sırada tuttuğu kolumu bırakmamıştı. Kolumdaki eli aşağılara kaydı ve gözlerim elinin hareketlerini takip etti. Sağ elimin parmakları arasından kendi parmaklarını geçirip elimi tuttuğunda, şok içerisinde birleştirdiği ellerimize bakarken, o bakışlarımı fark etmeden önce buna takılmıyormuş gibi ifademi düz tutmaya çabaladım.

Neden benim gibi geç çıktığını sorgulamıyordum bile, her çıkışta kaldığı gibi yine kütüphanede kalıp ders çalışmış olmalıydı. Bakışlarım tuttuğu elimden güçlükle ayrılırken üzerinde dolandı ağır bir biçimde. Soğuğa rağmen montu üzerinde yoktu. Yalnızca polo yaka kısa kollu okul forması ve onun üzerinde ise siyah renkte bir sweatshirt vardı.

"Neden kapının önünde dikiliyorsun?" diye sordu, birini bekleyip beklemediğimi sorgular gibi.

Kapının cam yüzeyli kısmından burada olduğumu görmemesimin imkanı yoktu. Yani bilerek açmıştı kapıyı. Bu yüzden, "Sen neden kapının önünde durduğumu gördüğün hâlde kapıyı açıyorsun? Düşüyordum." diye söylendim.

"Tuttum ya."

"Eksik olma hayatım." Alayla konuştuğum sırada benim sesimin yanına yabancı bir ses daha eklendi. "Jungkook, çok bekletmedim değil mi?"

Arkamdan gelen sesin sahibine bakmasam da kime ait olduğunu anında anlamıştım. Yuna Jungkook'un hemen yanında, benimse karşımda durduğundan ifadelerimin öfkeyle dolduğunu bildiğim ateşler çıkıyordu gözlerimden. Bakışlarımın konumu ise ikisi arasında gezinip duruyordu. Öfkeden köpürmemin tek sebebi ikisinin beraber çıkıp yan yana olmaları falan değildi, aslında o da vardı ama ilk dikkat çekici sebep, Jungkook'un montu şu anda Yuna'nın omuzları üzerindeydi.

"Bir yere mi gidiyorsunuz?" diye sordum gözlerimi güçlükle monttan çekebildiğim sırada.

"Sana bahsetmiştim ya, ikimizin beraber yürüttüğü bir proje hakkında çalışacağız." dedi Jungkook, kendisine olan tekinsiz bakışlarımdan bihaber açıklamaya çalışırken. "Şimdi de Bay Kang ile buluşmaya gidiyoruz zaten."

Yanlarında kimya hocasının olacağını söylemesiyle rahatlamış bir hâlde nefes verdim ve bu gözünden kaçmadı. "Ha yalnız olmayacaksanız iyi...." diye mırıldandım kısık bir sesle.

fuck up the friends | liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin