listen close and you can hear the earth goes
"gitmeni istiyorum," dedi max, annesinden aldığı mavi gözleri titreyerek karşısındaki oğlana baktı. aklı bazı şeyleri hiç almamıştı ve doğrusu max'in aklı bir şeyleri almadıysa max son derece güvensiz hissederdi. bu da o anlardan biri olmalıydı. küçüklüğünden beri yaşadığı kaygı dolu sessiz atakları doğuran anlardan biri...
annesi gittikten sonra yaşadığı korkunç farkındalık yüzünden elleri titredi, dizlerinin bağları teker teker koptu. panik atak, demek istedi bu yaşananlara ancak paniklediğini düşünmemişti hiç. sadece korktu ve hiç paniklemedi ona göre. yalnız korku öyle bir duyguydu ki paniklemesine gerek bile kalmıyordu onu yaşamak için. korku sadece var oluyordu ve max'in kısa süreceğinden emin olduğu günlerini dakikada 15 yıl kadar eksiltiyordu. panik, kaygı, ne yapacağını bilememezlik... hepsi korkunun karanlık odasına karışıyor ve oraya hapsoluyorlardı. o an, odasında hiç tanımadığı birisi vardı ve bu onu çok fazla korkutuyordu. hem de çok fazla. bu da, kıza korkunç hissettiren duyguların daha da şiddetlenmesine sebep oluyordu. elleri titreyerek odasının penceresine uzandı. nefes almak isterken ve soğuk hava tenine çarparken bir saniye bile üşüdüğünü hissetmedi. korku böyle bir şeydi işte, 3 derece havada bile üşüdüğünü hissettirmeden yavaş yavaş öldürürdü.
derin nefes alarak dirseklerini pencerenin kenarına yasladı ve titremeye devam eden elleriyle gözlerini ovdu. delirmişti, delirmiş olmasından başka bir açıklama yoktu.
"gitmeni istiyorum," diye tekrarladı. delirdiğinin farkında olmak bu deliliğin üstesinden gelmek için yeterince iyi bir başlangıçtı. "hayali arkadaş istemiyorum," kafasını iki yana salladı. "sadece gitmeni istiyorum."
oğlan omuzlarını düşürerek karşısında korkudan tir tir titreyen kıza şefkatle baktı. "max, korktuğunu biliyorum." diye mırıldandı.
uzun zamandır sesini duymadığı çocuğun söylediği ilk kelimeler bu olunca istemsizce geri çekildi ve sert bakışlarla baktı. "korkmuyorum, yani korkuyorum evet, senden korkmuyorum. kendimden korkuyorum, delirmiş olamam, bu kadar çabuk olamaz!"
"delirmedin," dedi oğlan.
kız kaşlarını kaldırdı. "senin için demesi kolay, gerçek bile değilsin..."
omuzlarını düşürdü kömür saçlı çocuk. tozlu dolabın kırk yılda bir süpürülen halısının üstüne oturmuş ve bağdaş kurmuş arada bir odanın içinde endişeyle yürüyen arada bir de camın önünde durup aldığı derin nefesler yüz metreden belli olan kızı takip ediyordu gözleri, durmadan. onu inandırmak ne zordu böyle, yine de yer değiştirmiş olsalar muhtemelen loki de ona inanmaktan ziyade delirdiğini düşünerek korkardı. "gerçeğim," dedi gözleri hala kızı takip ediyordu. " ama sana bunu nasıl ispat edebilirim bilmiyorum."
dudaklarını büzdü max ve ellerini iki yana kaldırdı. "giderek?"
"sorun da bu!" diye çığırdı loki. arada bir tepesi atardı.
max gözlerini büyüterek hışımla döndü oğlana ve işaret parmağını kaldırdı. "bağırma!" diye tısladı. dişlerini birbirine bastırması loki için korkutucudan ziyade... tatlıydı.
"sorun da bu," dedi oğlan daha sakin bir ifadeyle. "gidemiyorum." gözlerini kapı eşiğine indirdi. "denedim ama nasıl bir ölü mezarını terk edemiyorsa, ben de burayı terk edemedim."
max dakikalar geçtikçe daha da sakin hissediyordu. duyduğu son cümleler kaşlarının çatılmasına sebep olsa da eskisinden daha sakin bir tavırla yaklaştı dolaba doğru. "bana kanıtla o halde,"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
phantom pain "loki au"
Fantasybir gün öldüğünde cehenneme gideceğinden emindi. emin olmadığı hatta aklına bile gelmeyecek tek ihtimalse kendisini tozlu bir dolabın içinde bulmaktı. kimsesiz çocuklar mezarlığının kapıları yalnız çocukların dolaplarına açılıyordu.