Eve nasıl döndüğümü, merdivenleri nasıl çıktığımı, yatağa nasıl girdiğimi hiç hatırlamıyorum. Sanki bütün bunlar hiç olmamış, büfenin önünden yatağıma ışınlanmışım gibi.
Gereksiz şeyler düşünmeye hiç zamanım yoktu. Derhal bir yol bulup bu durumdan kurtulmam gerekiyordu. Yapmadığım bir şeyden kaçmam ne büyük saçmalık. Ah şu filmler... Meğer ne kadar da olağan şeylermiş.
Şimdi tamamen kafamı boşaltıp en başa dönmeliydim. Bunun için önce bir duş almam gerek. Su öyle sıcak ve ben o kadar dalgındım ki kafamın yandığını ancak duştan çıktıktan sonra fark ettim. Ama su beni kendime getirmişti. Sıcak suyu biraz fazla kaçırdım mı hep aklıma küçükken yaptığımız Pazar banyoları gelirdi. Ne olursa olsun Pazar günleri neredeyse kaynar sularla -mantığı da mikropları öldürmek- banyo lifi, derimizi soyana kadar sürülerek banyo yaptırılırdı. Sabun kafanıza sertçe vurulduğunda bağırırsanız pişman olursunuz çünkü bu sefer daha sert olan bakır tas kafanızın arkasından eko yayarak çarpardı. Annem sırayla hepimizi yıkar sonra sıcak su kazanına biraz daha odun atar kendi de yıkanırdı. Babam eğer evde yoksa onun geliş saatine göre kazan yakılırdı. Teknoloji bizim için gerçekten hızlı gelişti. Annem bulaşık makinesini bile hayal edemezken şimdi sanki yapılamayan tek şey ışınlanmak gibi.
Ceketimi alıp çıkacaktım ki telefon çaldı. Çok uzun zaman olmuş çalmayalı, ev telefonunun varlığını bile unutmuşum meğer. Nedense ürperdim. Haksız da değilmişim. Arayan ses kendini Yenişehir karakolundan Komiser Murat olarak tanıttı. Donup kaldım. Beni nasıl buldular?
-Başak Bakırcıoğlu'yla mı görüşüyorum?
-Buyrun benim.
- Karakola gelmeniz gerekiyor.
-Neden?
-Geldiğinizde görüşsek daha iyi olur.
Cevap vermemi beklemeden kapattı.
Neden? Eğer bir şey yaptığımı düşünseler beni telefonla çağırmaz gelip kapıdan kelepçeyle götürürlerdi. Ama madem öyle bir şey değilse neden çağırdılar? Neler olduğunu anlamaya çalışacağıma bir an önce gitmeliydim. Durakta beklerken para çıkarmak için çantamı açtım ama cüzdanımı bulamadım. Evet, çünkü dün çıkarken çantamdan sadece cüzdanımı ve anahtarımı almıştım. Tekrar çantaya koymayı unutmuşum. Dün eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum ki acaba nereye koydum. Hayır, Kerim'le tokalaşırken elimde bir şey yoktu. Montumun cebinde miydi? Aklımdan bunlar geçerken beklediğim otobüs nihayet gelmişti. Çantamın derinliklerinden çıkan bozuk paralar işime yarardı.
Karakolun kapısında ne kadar beklediğimi bilmiyorum ama çok uzun olacak ki kapıdaki nöbetçi müdahale etmek zorunda hissetti. Artık nasıl baktıysam kapıya:
-Buyrun, yardımcı olabilir miyim?
Ben yine aynı donuklukla:
-Iıı ben... Yani beni çağırdılar da ne olduğunu bende bilmiyorum.
-Gelin benimle sizi içeriye götüreyim.
İçeri girerken titrediğimi fark ettim. En son babama yalan söylediğimde böyle olmuştu. Ortaya çıkan yalanımdan sonra konu ne kadar basit olursa olsun, babamdan afili bir konuşma dinleyeceğime emindim ve kendimi adam öldürmüş gibi hissediyordum. Babama göre adam öldürmenin bile bir sebebi olabilirdi ama yalan söylemenin asla bir sebebi olamazdı. Şimdi de adam öldürdüğüm zannedildiği için titriyordum.
İçerde kafası da masası gibi karmakarışık görünen, uzun sayılabilecek, gayet formda tamda filmlerdeki gibi, kot pantolonlu, tozlu botları olan, esmer tenine tamamen zıt beyaz, bekar olduğunu düşündüren kırışık keten gömlekli bir adam karşıladı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ces(ar)et
General FictionMurat Bey'in arkamızdan geldiğini hissediyordum. Şunu anladım ki beni biri takip ediyorsa bunun farkına varabilirdim ama şimdiye kadar hiç böyle bir şey hissetmedim. Nasıl takip ediyor o zaman bu beni? Günlerdir doğru düzgün bir şeyler yemememe rağm...