her şey tepetaklak olmuş gibiydi. jeongguk'la yaşanan o günden hala yoongi'nin haberi yoktu. jeongguk ortadan kaybolmuştu, yoongi deliye dönmüş bir biçimde onu arıyordu, bense suçlulukla kendimi yiyordum. jeongguk'a ulaşabileceğim tüm yolları denemiştim ancak yoongi bile bulamıyorken benim bulmam imkansız gibi bir şeydi.jeongguk bir ay önce yoongi'ye ufak bir not bırakıp kaybolmuştu. notta net bir şekilde onu bir daha kimsenin bulamayacağını yazmıştı. deli gibi korkuyordum, korkmakta haklıydım da. söylediği şeyi yapmasını engelleyecek hiçbir şey yoktu, jeongguk gerçekten her şeyi geride bırakabilecek kadar yorulmuştu. yorgunluğunun küçük de olsa bir parçası olmak kendime karşı bir gard almamı sağlıyordu.
"kitabın anasını siktin kardeşim, biraz sakinleş istersen." seonghwa'nın yumuşak sesine ters olarak kurduğu cümleyle elimdeki kurşun kalemi ani şekilde masaya bıraktım. kalemi sıkmaktan parmaklarım kıpkırmızı olmuştu.
tüm bu dertlerin arasında bir de sınavlarıma çalışmaya çalışıyordum. kafam öyle doluydu ki tek bir cümleyi bile zihnime kazımak mümkün değildi.
"ne pis bi' ağzın var ya senin, cinsiyetçi küfürler etme yanımda diye kaç kere daha söyleyeceğim?" diye kendi kendime söylendim, seonghwa cevap vermeden jimin araya girdi. "gerçekten tüm bu bulunduğumuz durumlar arasında seonghwa'nın cinsiyetçi küfürlerini mi dert edinelim? sen beni dinlediğine emin misin hoseok? yoongi'yi hiç iyi görmüyorum, daha önce alkol bağımlılığından tedavi gördü ve son on gündür ayık olduğu bir güne denk gelmedim. ne kadar ciddi olduğunu neden sana bir türlü anlatamıyorum? neden şu an onun yanında değilsin de oturmuş burada siktiğimin seonghwa'sına laf yetiştiriyorsun?"
sinirlenmiştim. jimin'in bu yoongi'ye sanki o daha çok değer veriyormuş gibi olan tavrı aşırı canımı sıkmıştı. "onun hakkında endişelenmediğimi sana düşündüren nedir? kendi kafanda hareketlerimi yorumlayıp beni bu şekilde yargılayamazsın. yoongi için ne kadar çabaladığımı en yakından gördün, hiçbir halt bilmiyorsun ve karşıma geçip benim ne kadar kötü hissettiğimi, neler yaşadığımı görmeyip beni paramparça ediyorsun.." son sözlerimin ardından eşyalarımı alıp masadan kalktım. jimin durdurmaya yeltenmemişti bile, sadece seonghwa bir şeyler zırvalamıştı ancak kimseyi dinleyecek halde değildim.
jeongguk bana unutamayacağım bir travma yaşatmıştı, bense bana yaşattığını göz ardı edip onun için üzülmüştüm. ne olursa olsun beni zorla alıkoymuştu ama ne yaparsam yapayım bunu göz önüne alıp ona kızamıyordum, neredeyse suçsuz gelecekti gözüme. yaşadığım bu travmayı kimseye anlatamamıştım, jimin bunu bilmiyordu ve böyle acımasız yorumlar yapabilmişti.
jimin'e bu kadar sinirlenmemin bir sebebi daha vardı; bir yanımın onu haklı bulması. yoongi'nin yeteri kadar yanında olduğumu hissedemiyordum, evet, ama beceremiyordum işte, nasıl yaklaşabileceğimi bilemiyordum. yoongi sertti, özellikle de keyfi olmadığında, her iletişime geçmeye çalıştığınızda bir betona çarpıyor gibiydiniz. ben de o betona çarpıp duruyordum.
onun gözünde şu an herkes gibiydim. bu duygu beni mahvediyordu. benim bir farkım olmalıydı, değil mi? bana karşı daha ılımlı yaklaşmalıydı, görmek istemeliydi, yani, sanırım. bağımızın sandığımdan daha zayıf olduğuna varmamı sağlıyordu yoongi'nin bu tavrı.
yine de, bugün de deneyecektim. yoongi'nin evine gidecektim. okulun bahçesinden çıkıp yürüdüğüm sırada o'nu gördüm. jeongguk'u. ilk başta sanrı gördüğümü sanmıştım, hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkmıştı çünkü. emin olmak için birkaç kez gözlerimi kırptım, olduğum yerde kalmıştım. ben dursam da jeongguk yürümeye devam etti. birdenbire görmek aynı zamanda da tedirgin olmama sebep olmuştu. onu bir daha asla görmeyeceğimi söylemişti ve bir sürenin ardından karşıma geliyordu.
birkaç dakikanın ardından yanıma gelmişti. şaşkın bir şekilde bakıyordum ona. çantama sıkı sıkı tutunmuştum, korkuyordum.
jeongguk ise, tanımlayamadığım bir şekilde bakıyordu, iyi ya da kötü bir duygu olarak tanımlayamıyordum. sadece yorgun göründüğüne emindim.
"korkma, lanet olsun, korkma. sana zarar vermeyeceğim, yemin ederim. gözünde gördüğüm o korku canımı çok yakıyor, yalvarırım korkma." hızlıca sıraladığı cümlelerin ardından sıkıntılı bir nefes aldı. "ben, sadece kafam çok karışıktı. hayatıma son vermeyi düşündüm, yapacaktım, yapacaktım ama kahretsin ki abimin görüntüleri bir türlü gözümün önünden gitmedi. ona bunu yapamadım, ona bir ceza vermek istemedim. şimdi de karşısına çıkacak cesaretim yok. bu yüzden, hiçbir şey bilmesem dahi gelmek istediğim o yere geldim, sana geldim hoseok, yaptıklarımı affetme ama bana yardım et."
***
iki kardeşin sımsıkı sarılmalarını izliyordum. jeongguk sesli sesli ağlıyordu. asıl ilginç olan yoongi'nin yanağında parlayan o damlalardı. yüzündeki o acılı ifadeyle sessizce ağlıyordu. birbirlerine olan sevgileri benim de gözlerimi doldurmuştu. böyle duygusal bir an yaşarken yoongi birdenbire jeongguk'tan ayrılıp kaşına doğru bir yumruk savurmuştu, ve beklendiği üzere, jeongguk'un kaşı patlamıştı.
beklemediğim için donakalmış ve küçük bir çığlık atmıştım. yoongi ise vurmaya devam ediyordu, jeongguk engellemeye çalışmıyordu bile. yanlarına gidip yoongi'nin sırtından sarıldım ve tüm gücümle jeongguk'un üstünden çekmeye çalıştım, bir yandan da bağırıyordum. yoongi ise; neredeydin lan sen, piç, her yerde seni aradım, orospu çocuğu gibi şeyler söylüyordu, ve daha kötüleri...
tüm gücümü kullansam ve elimden geleni yapsam da ayrılmayınca yoongi'nin ensesine öpücükler kondurmaya başladım, yoongi kaskatı kesilmişti öpücüklerimi hisseder hissetmez.
"üstümden in, derhal." korksam da kollarımı gevşetmedim. "bırakayım da jeongguk'u hastanelik et, değil mi?"
"üzerimden kalk yoksa kendini yerde bulacaksın hoseok." yoongi'ye yine itiraz edecekken jeongguk aramızda sorun olmasını istemeyecek olmalı ki yoongi'den kurtulmayı başardı. ben de yoongi'yi serbest bıraktım.
yoongi önce jeongguk'u ardından beni işaret ederek konuştu. "siz ikiniz ne boklar karıştırdıysanız tek tek anlatacaksınız, duydunuz mu? tek bir ayrıntı atlanmayacak, oturun şimdi koltuğa."
yoongi'nin böyle sert sözlerine alışkındım ancak bakışları çok yabancıydı, sanki ben yine odasına gizlice girmiş o küçük çocuktum onun için, bu yüzden gözlerim dolmuştu ancak kendimi hızlı toparladım. şimdi önemli olan jeongguk'tu.
itiraz etmeden koltuğa oturduk, yoongi de karşımızdaki tekli koltuğa oturmuştu, mimik oynatmadan bizi izliyordu. jeongguk söze başladı. "geçen ay, ortadan kaybolmadan ön-"
sözünü kestim ve kulağına fısıldadım. "jeongguk, bunu anlatmasak daha iyi. aranızın açılmasını istemiyorum."
jeongguk konuşmaya kalmadan yoongi araya girdi. "siktiğimin yerinde ne dönüyor bilmiyorum ama burnuma gelen koku hiç hoşuma gitmiyor. yoksa ortada dolaşan dedikodular gerçek miydi? siz ikiniz, benim bildiğimden daha farklı bir ilişkiye mi sahiptiniz?"
kanım dondu. kulağım uğuldamaya başladı. zaman kavramını yitirdim. yoongi, yoongi onunla güzel bir ilişki kurmaya çalışırken aynı zamanda kardeşiyle de bir şeyler yaşadığıma inandığını mı söylüyordu? benim yoongi'm, sevgilim, yoksa bu yüzden mi yüzüme bakmıyordu? ben kaçırılmışken, araları bozulmasın diye susuyorken, birkaç dedikodu bizim ilişkimizin üzerine mi çıkmıştı?
hayal kırıklığı.
bu iki kardeş hayal kırıklığıydı.
ayağa kalktım. jeongguk bir şeyler söylüyordu ancak duyacak halde değildim. bir önce buradan defolup gitmek istiyordum. öyle de yaptım, sadece saniyeler içinde dış kapının sesi kulaklarımda çınladı.
bu kadar geciktiği için üzgünüm. hatta bu gecikme olmuyor da neyse... umarım bölüm sizi eğlendirmiştir, unuttuğunuza emin olsam da hala isteyen çok kişi vardı, bu yüzden yazmaya çalışıyordum bir süredir.
nasılsınız, beni, hikayelerimi özlediniz mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
acquainted | sope
Fanfichoseok, o gece kendi toz pembe hayatına hiç de uygun olmayan biriyle tanışacak, o kişi ile olmak için çabalayıp duracaktı.