•1•

516 34 6
                                    

04.58
:
04.59
:
05.00
Tam 5 dakika olmuştu.

Başı ağrıyor, midesi bulanıyordu. Yatağından kalkıp tuvalete gitmek, içinde ne varsa kusarak çıkarmak ona iyi gelirdi belki. Ama o bunu istemiyordu. O artık iyi olmak istemiyordu. Zaten istese kendi kendini bu hale getirmezdi de. Etrafına bakındı. Dibinde bir yudumluk kadar bile denilemeyecek kadar az su bulunan bir bardak ve içi boş ilaç kutuları...

"Ahh..."

Tek elini alnına koydu. Alnı terlemişti. Göz kapakları yorulmuştu artık. Kapanmak istiyor ama kapanmıyorlardı. Vücudu bir şekilde savaşıyordu. Yatmak sıkıcı gelmiş olacak ki yerinden doğruldu. Başını tutarak birkaç adım attı. Penceresini açtı ve yüzüne vuran rüzgarla ferahladı. Kabul etmeliydi. Bu gerçekten huzur dolu bir ölümdü. Her zaman olmasını istediği gibi. Odasında, tek başına ve kimseyi rahatsız etmeden sessizce. Sahi neden intihar ediyordu? O kadar kötü müydü yaşamı? Aslında hayır. Kötü falan değildi. Hatta oldukça eğlenceli geçirmişti hayatını. Ama her daim hissettiği o boşluk son zamanlarda katlanılmaz bir boyuta gelmişti. Oysaki o boşluğu doldurabilecek kadar çok arkadaşı vardı. Bir o kadar da flörtü olmuştu. Evinin olduğu sokağa son kez baktı. Aslında meydan demek daha doğru olurdu. Meydanın ortasındaki fıskiye ona güzel anılar hatırlattı. Gülümsedi. Henüz yeni fark etmişti keman çalan sokak sanatçısını. Gerçekten ne güzel bir ölümdü bu böyle. Bu ölümü hak edecek kadar güzel mi geçmişti hayatı? Öyle olacak ki Tanrı ona bu denli güzel bir ölümü bahşetmişti. Bakışlarını sağa çevirdi. Pastane...sahi oranın kekleri ne de lezzetli olurdu. Keşke onları son kez tadabilseydi ama artık pek de bir vakti kalmamıştı.

Bakışlarını tekrardan fıskiyeye yöneltti. Az önce hatırlayıp gülümsediği hatıraları düşündü. İlk kez birisini deli gibi sevdikten sonra ona burada açılmıştı. Bir karşılık bulamamıştı gerçi. Ne olumlu ne de olumsuz. İtirafından sonra karşısındaki yüzün kıpkırmızı kesildiğini yüzün sahibinin ise hızlıca oradan kaçtığını hatırlıyordu sadece. Tekrardan gülümsedi. O zamanlar ona kalp kırıcı gelmiş olsa da şimdi düşününce sevimli gelmişti bu durum. Utancından kaçmak... Bunu daha önce yaşamamıştı. Ama bunu yaşatmış olmak da fena hissettirmiyordu. Şimdi bir düşününce, çocuğun yüzünü hatırlayamıyordu. Kendini zorluyordu ama hayır, yüzü bulanıktı. Aynı şekilde ismi de. Gerçi daha sonra görmemişti o çocuğu. Taşınmış mıydı ki? Düşündükçe başına giren ağrılar sinirini bozduğundan daha fazla bu konu hakkında düşünmedi. Kendini çalışma masasının önündeki sandalyesine atıverdi. Masanın kenarına birikmiş olan kağıtları karıştırdı. Bu hafta için verilmiş olan ödevler ve dün gelen faturalardan başka bir şey yoktu.

"Ödev..."

Sırıttı. Artık bu saçma kağıt parçalarını yapmasına gerek yoktu. Artık hiçbir şey yapmasına gerek yoktu. Kaç dakika olmuştu bu hapları alalı? Galiba 10. Neden hâlâ ayıktı? Hayır tatlı hayat, yaşamak için uğraşmayacaktı. Bu oyuna bir son veriyordu.

Tekrardan ayağa kalktı. Tavandan zemine kadar cam olan kapıyı açtı ve balkona geçti. Keman sesi gelmeye devam ediyordu. Bir süre onu dinledi. Kemancı ile göz göze geldiğinde sanatından memnun kaldığını belirtmek için gülümsedi. Kemancı ise bundan memnun kalmış olacak ki biraz daha eğlenceli bir ezgi çalmaya başladı. Gördüğü güzel gülüşlü bu çocuğu hayattayken gören son kişi olduğunu bilmeden.
Tekrardan odasına gitmek için arkasını döndü. Ama o an her şey durdu. Zaman da dahil olmak üzere. Ve o naif beden kendini yere bıraktı.

{•••♧•••}

"Cennette miyim?"

Gözünü açtığından beri algılayabildiği tek şey beyazlıktı. Sadece beyazlık. O yüzden olacak ki aklına cennette olma ihtimali gelmişti. Ama elbette...cennetin florasan lambalar ile aydınlatıldığını düşünmüyordu. Hastanede olmalıydı. Ölmememişti. Ölemememişti. Gözlerini kapattı. Sinirini hafifletmek için sessizce bir küfür savuracağı sırada ağzına sokulmuş olan ve boğazına kadar inen boruyu hissetti. Gözleri sonuna kadar açıldı. Aynı şekilde burnunda da borular vardı. Hepsi...hepsi kusma isteği yaratıyordu onda. Gözleri deli gibi sağa sola bakıyordu. Doktor veya hemşire yoktu. Kendisi çıkarsa bir şey demezlerdi sanırım. Eliyle ağzındaki boruyu tuttu. Hayır, tutmak istedi ama tutamadı. Elini kaldıramıyordu. Baktığında iki elinin de yatağın bir tarafına bağlanmış olduğunu gördü. Bu daha da paniklemesine sebep olmuştu. O yatağında çırpınırken içeri giren hemşireyi fark etti. Ona yalvarırmışcasına baktı ama hemşire pek de oralı olmamıştı. Elinde tuttuğu şırıngaya yanında getirdiği küçük tüpteki ilacı doldurdu ve hastasının boynuna doğru yaklaştırdı ama hastası pek bir huzursuzdu. İğneyi kendinden uzak tutmak istermişcesine sağa sola sallıyordu başını. Hemşire çenesini sertçe kavradı ve başını kendine çevirdi.
"Bıktım bu delilerden."

Boynuna bastırılan iğne ile kaşlarını çattı. Yakıyordu. Ayrıca ne delisinden bahsediyordu bu kadın. Onu bu denli acınası halde görmesine rağmen şu lanet boruları çıkarmaması onun deli olduğunun göstergesiydi. Görüşü yavaş yavaş bulanıklaşırken hemşirenin önlüğüne bakma ihtiyacı hissetti.

"XXX RUH VE SİNİR HASTALIKLARI HASTANESİ"

"..."
"Ne..?"

Yazım hatası yoktur umarım 🥲

salty rain / SOOKAIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin