Medyadaki şarkı bu fice öyle güzel uydu ki...
{•••♧•••}
"Saat kaç..?" diye mırıldandı Soobin.
Saat ona geliyordu. Kahvaltı saatinin bitmesine az kalmıştı. Aç kalmak istemiyorlarsa çabucak yemekhaneye gitmeleri gerekiyordu. Soobin yüzünü yıkamak için lavaboya giderken Kai'ye seslendi."Ningie, kalk hadi!"
Lavabodan geri çıktığında Kai hâlâ yatıyordu.
"Dün çok geç yattık biliyorum ama kalkman lazım Kai."Soobin Kai'nin kalkmasını beklerken dışarıya baktı. Öbek öbek gelen kara bulutları gördü. Yağmurun yağması yakındı. Soobin yağmuru severdi. Etrafta oluşan toprak kokusuna ise bayılırdı.
"Tamam anladım. Sen geçen yaptığım sandviçi çok sevdin ve bir daha yapmam için uyuyor taklidi yapıyorsun. Sen dur burada ben hemen geliyorum."
Soobin hızlıca yemekhaneye gitti. Bir yandan Kai'ye sandviç hazırlarken bir yandan ağzına da bir şeyler tıkıştırıyordu. Sandviçi peçete sarıp cebine attı. Hizmetliler ile göz göze gelmemeye çalışarak çıktı yemekhaneden. Hızlı adımlarla Kai'nin odasına gitti.
"Ben geldim!"
Hazırladığı sandviçi Kai'nin burnuna uzattı.
"Ve bak ne getirdim."
Kai hâlâ tepki vermiyordu. Kafası yana yatık bir şekilde uyuyordu.
"Pekâlâ, sandviç de istemiyorsun. O zaman geçen günkü gibi öpülerek uyandırılmak istiyorsun."Soobin dudaklarını sevgilisinin yanaklarına değdirdi.
"!!!"
Dudaklarına gelen soğuklukla geri çekildi. Kai'nin teni buz gibiydi. Kafasını görebileceği şekilde çevirdiğinde nasıl tepki vereceğini şaşırdı. Kai'nin dudakları mosmor, teni ise bembeyazdı. Soobin korkuyla Kai'yi sarsmaya başladı.
"Kai! Kai aç gözlerini! Hadi! Kai beni korkutuyorsun! Lütfen aç gözlerini!"
Geçen her dakika Kai'yi daha sert sarsıyor, sesini daha gür çıkarıyordu.
"KAİ! UYAN ARTIK! DAHA FAZLA ŞAKA YAPMANA GEREK YOK!"Sesi öyle gür çıkıyordu ki haykırışları koridorda yankılanıyordu. Bütün vücudu titriyor, kalbi deli gibi çarpıyordu. Haykırışları duyan hemşireler hemen odaya girdi. Soobin'i Kai'den uzaklaştırdılar. Hemşirelerin biri Kai'nin nabzına baktı. Daha sonra başını sağa ve sola salladı birkaç kez. Bunun anlamını odadaki herkes biliyordu. Soobin hemşirelerin tuttuğu kollarını kurtarmak için debeleniyordu.
"BIRAKIN BENİ! HUENİNG-AH! BENİ DUYUYORSUN BİLİYORUM! UYAN YALVARIRIM!"
Hemşireler Kai'yi bir sedyeye koyup morga götürürken diğer hemşireler de Soobin'e sakinleştirici bir iğne vurmuştu. Ancak pek bir etkisi olmamıştı. En sonunda hemşirelerden kurtulup koridora fırladı. Morga doğru koşmaya başladı. Morga yaklaştığında uzaktan sedyenin morga girdiğini gördü. Bu görüntü ona bir şey hatırlatmıştı. Gözlerini kapatıp tek elini alnına koydu. Başı dönüyordu. "Anne, baba! Hayır durun! Onlar ölmedi!" Acı içinde tısladı. Başındaki ağrı katlanılmazdı. Midesi de bulanmaya başlamıştı. Bir anda zihnine Kai'nin görüntüsü düştü. Gülümsedi. Histerik kahkahası koridorda yankılandı.
"Hayır..." dedi sessizce.
"Beni bırakmayacağını söylemiştin..."Soobin tekrardan morga koştu. İçeriye girdiğinde Kai hâlâ sedyenin üzerindeydi. Hemşireler onu çıkarmak için hamle yapacakları sırada Soobin onlara yalvaran gözlerle baktı.
"Lütfen, biraz müsaade edin. Onunla son kez vedalaşmak istiyorum."Hemşireler bir süre birbirlerine baktılar. Daha sonra teker teker morgdan çıktılar. Soobin ve Kai baş başa kalmışlardı. Soobin Kai'nin saçlarını okşamaya başladı.
"Özür dilerim Kai. O zaman kaçtığım için, seni tekrardan bulmaya çalışmadığım için özür dilerim."
Kai'nin elini iki eli arasına aldı.
"Bu elleri sıkı sıkıya tutamadığım için özür dilerim."Sesi titriyordu.
Kai'nin eline bir öpücük kondurdu. Teninin soğukluğu...daha bir gün öncesine kadar teni ne kadar sıcak ve canlıydı. O güzel kokusu, neşesi, her bir şeyi Soobin'in zihnindeydi. Gülümsedi. Ama bu sefer acıyla. Gözlerinde yaşlar dinmek bilmiyordu ama Soobin bunun farkında bile değildi. Bir daha göremeyeceği sevgilisine uzun uzun baktı.
Eğer ki ölümün soğukluğunu iliklerine kadar hissetmiş olmasaydı bu olanların bir kabus olmasını dilerdi. Ama kabus olamayacak kadar gerçekti bu yaşananlar.
Kai'nin alnına son kez öpücük kondurup vedalaştı. Morgdan ayrılırken hemşireler ile göz göze gelmedi. Konuşmadı bile. Soobin daha fazla burada kalmak istemiyordu. Kendini güç bela bahçeye attı. İçeride olanlardan habersiz hastalar bahçede dolaşıyordu. Soobin dizleri üstünde yere oturdu. O sırada elini koyduğu yerde iki adet çiçek sapı buldu. Dayanamıyordu. Onun istediği bu değildi! Tanrı ondan ne istiyordu! Her şeyini elinden almıştı. Ailesini, sevdiği insanı, hayatını! İsyan etmek için başını yukarı kaldırdı. Ancak o zaman fark etti yağmurun yağdığını. Diliyle dudaklarına gelen yağmur damlalarını yaladı.
Yağmurlar ne zamandan beri tuzlu yağar olmuştu?
Soobin zihninin kontrolünü yavaş yavaş kaybediyordu. Etraf bulanıklaşmaya başlamıştı. Vücudu hareket ediyordu, ama bilinçsizce. Hastaların ona baktığı hissetti. Neden baktıklarını bilmiyordu. Bir an için, çok ama çok küçük bir an için her şey netleşti ve Soobin bahçenin etrafına çekilmiş yüksek voltajlı elektrikli teli gördü.
Ne mutlu, iki aşığın da dilekleri kabul olmuştu.
Ne mutlu, ömürlerinin sonuna kadar ayrılmamışlardı.
Ne mutlu, ölüm bile onları ayıramamıştı.
Biliyorum, çok iç açıcı bir son değildi bu. Yazarken ben bile bazen "Acaba Kai'ye yanlış teşhis konulmuş mu olsa?" veya "Aşk en kuvvetli ilaçtır demezler mi? Kai kurtulsa ya?" dedim. Ama hayır. Bu hikaye mutlu sonla bitemezdi. Çünkü Kai ve Soobin'in hikayesi uzun yıllar sonra birbirlerine kavuşmuş iki aşığın değil, hayatları hatalarla dolu olan, yanlış kararlar vermiş ve bu kararların sonucunda ağır bir pişmanlıkla kıvranan, bir daha asla bir araya gelemeyecek iki aşığın hikayesiydi...
Normalde final olduğu için daha da uzatacaktım bölümü ama zaten pek tutmadı fic xshahds
ŞİMDİ OKUDUĞUN
salty rain / SOOKAI
FanfictionBaşarısız bir intihar girişimi sonucu akıl hastanesine yatırılan Kai, orada hiç beklemediği biriyle karşılaşır.