3. Bölüm SIRLAR

50 4 0
                                    

Yazdığım kısa bölümler yüzünden özür dilerim. Bölümleri beğeniyor musunuz? Bunun hakkında yazarsanız çok sevinirim. Ayrıca hikaye hakkında hoşunuza gitmeyen şeyler varsa lütfen onları da paylaşın ki düzeltebileyim. Bu bölüm birazcık daha iyi olacak gibi. Yani umarım öyle olur. İyi okumalar :)[Resimdeki Albert (uşak)]

"Gitme. Lütfen! " diye bağırıyordum rüyamda. Her zaman gördüğüm rüyayı tekrar görmem hiç de şaşırtıcı değildi. Saat 9.30 du. Tahminimce saat 10 civarı kahvaltı bitmiş olacaktı. 'İyide, beni neden uyandırmadılar?' diye bir soru dolanıyordu aklımda. Albert'ın uyuya kalmış olması ihtimali hiçte olanaklı değildi. Alarm olmadan da erken kalkmaya alışmıştı. En sonunda aklıma gelen şey evdekilerin haince bir tuzak kurarak beni burada bırakıp gitmeleri oldu. Üzerimi değiştirip aşağıya indiğimde herkesi masada toplaşmış yemek yerken buldum. Beni gören Karl kahkaha atmaya başladı. Doğruca boy aynasına doğru koştum. Yüzüm normal gözüküyordu. Arkamı döndüğümde Karl hala sinsi sinsi sırıtıyordu. "Bu hiç hoş bir şaka değil Karl. Ablanın hasta olduğunu ve yemek yemek istemediğini söylemiştin. Senin yüzünden aç kalacaktı. Üstelik onu mağazaya da götürmeyecektim." dedi babam sitem ederek. "Bu o kadar da abartılacak bir şaka değil." dedim. Karl'dan daha iyisini beklerdim. Babam gözünü Karl'dan ayırmadan "Bana, senin bir aylık harçlığını ona vermemi söyledi. Bunu doğum günü hediyesi olarak sen istemişsin." dedi. Pislik! Demek tüm paramı harcayacaktı. "Sana doğum günü hediyesi falan yok. Hakkını kaybettin." dedim sırıtarak. "Peki ablacığım." dedi. Kesin bir şey vardı. Bu şaka burada bitmedi diyordu içimden bir ses. "Söyle Karl, ne yaptın?" dedim. "Hiç." dedi ve kahkaha atmaya başladı. Bu çocuk cidden delirmişti. Konuşmayacağını anlayınca lavaboya yöneldim. Dikkatli olmalıydım. Bu planlanmış ve uzun süre düşünülmüş bir şakaydı. Koridorda ilerledim. Banyonun kapısını açtım. Ve Karl'a küfürler savurmaya başladım. Babam koşarak yanıma geldi. "Ne oluyor?" dedi. Banyoya baktı, tabi ki bir şey göremedi. "Kapıya yapıştırıcı sürmüş baba !" dedim ağlarcasına. Buradan kurtulduğum an onu pataklayacaktım. Babam ve Albert koşuştururken Karl geldi. Tabi ki elinde kamerayla. Ve kafasına tekme atıp, aynı zamanda kamerasını yanlışlıkla (!) kırdığım için hiç pişman değilim.

Zavallı babam yine çok yorulmuştu. Hem benim kapıdaki elimle, hem de kamerasına cenaze töreni düzenleyecek olan Karl ile uğraşmıştı. Karl ve ben cezalıydık. Alışveriş merkezine gidemiyorduk. Üstelik kileri temizleyecektik. Merdivenleri teker teker inerken ikimiz de somurtuyorduk. Karl birden gülmeye başladı ve kapıdaki halimden söz etti. Ben de gülmeye başladım. Hep böyleydik. Kavga eder ve ceza alınca tekrar iyi anlaşırdık. Bu bana hep saçma gelmişti. Hala da saçma geliyor. Birlikte tozlu kileri temizlemeye ve toplamaya başladık. Biz gidince buraya kimse bakmamıştı. Buna emindim. Berbat kokuyor olması da ayrıca insanı çileden çıkartıyordu. Karl'a "Burayı yıkamalıyız. Berbat kokuyor." dedim. Başını onaylarcasına salladı. Arka tarafta bir hortum görmüştüm. Onu almak için dışarı çıktım. Arkaya dolanırken gözüm yine göle ilişmişti. Ve bir hareketlenme gördüm. Ağaçların arasında bir şey vardı. Yavaşça o tarafa yürümeye başladım. Arkamdan gelen sesle irkildim. "Nereye gidiyorsun Aleda?" dedi Albert. Ağaçları göstererek " Orada bir şey var." dedim. "Ben bir şey görmüyorum." dedi. Huzursuz gözüküyordu. Bir adım daha attım. Ve çalının içinden hareketlenen bir kelebek, narin hareketlerle süzüldü. "Bak, sadece kelebekmiş. Baban gelene kadar evden uzaklaşmasan iyi olur. Hem senin kilerde olman gerekmiyor mu?" dedi. Minicik bir kelebek bu çalıyı kımıldatamazdı. Albert, beni kandıramaz. Yine de sözüne uydum ve kilere döndüm.

Akşam olup da babam eve döndüğünde kiler temizliği yeni bitmişti. Kitabımı alıp camın önüne koyduğum sandalyeme kuruldum. "Dinliyor musun anne?" dedim. "İşte başlıyoruz. Bu güzel bir kitap. Pişman olmayacaksın." dedim göl kıyısına bakarak. Ve okumaya başladım. İncecik kitap bittiğinde göz kapaklarım ağırlaşmıştı. Yatma vaktim gelmişti. Bugün oldukça yorucuydu. Sandalyemi kenara çektim. Rüzgarı hissedebilmek için penceremi açtım.

Olacakları bilseydim hemen uyurdum. Hiç o camı açmazdım. Ve Albert'ı hiç görmezdim. Ağaçların arasındaydı. Koşarak eve girmişti. Pantolonunun paçaları çamur kaplıydı. Oysa ki Albert çamura dayanamazdı. Nasıl olmuştu da o çamur umurunda değildi ? Albert'ı iyi tanıyordum. Ben bebekken bile o bizim uşağımızmış. Ama şimdi... Yanlış görüyor olmalıydım. Fakat görmüştüm. Korkuyordum. Aklıma mantıklı açıklamalar getirmeye çalıştım. Ama bulamıyordum. Acaba Albert buna ne diyecekti?

Kelebek GölüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin