Pilot Bölüm.

912 46 41
                                    

"Seni bekliyorum."

Gelen mesaja baktım. Hyunjin'dendi. Babam ve abim aşağıda valizlerimi arabaya yerleştiriyorlardı. Annem hızlı hızlı evin içinde dolaşıp bir yandan da acele etmem için söyleniyordu. Eğer şimdi kapının önüne çıkarsam çok dikkat çekecek, onunla tek buluşma mekanımız olan evine gidemeyecektim. Ama gitmem lazımdı. Onu son kez görmeden bu siktiğimin kasabasından ayrılamazdım. Yavaşça odadan çıktım. Bahanem hazırdı. "Anne" diye seslendim kapıya ilerlerken. "Peder ile görüşemedim, ona da veda etsem iyi olur değil mi? Hem bir kaç öğüt de alırım."
Elinde mutfak beziyle mutfaktan çıkan kadına baktım. dibi gelmiş saçları, büyük kalçası ve terli vücuduyla iğrenç gözüküyordu. "Ah sunoo, iyi düşündün. Git ve senin için bolca dua etmesini iste." Kafamı onu onaylarcasına sallayıp dış kapıyı açtım. Tam çıkacağım sırada annem arkamdan geldi ve elime biraz para sıkıştırdı. "Bunu da kilise için bağışladığımızı söyle."

Elimdeki paraya baktım. Neredeyse bir çift ayakkabı alınabilecek bir miktardı. Sonra ayağımdaki eski ayakkabılara baktım ve annemle babamdan yeni ayakkabı istediğimde durumumuz olmadığını söyleyerek demagoji yaptıkları zamanları anımsadım. Onlardan gerçekten iğreniyordum. Siktiğimin cemaati için her zaman durumları vardı ama söz konusu kendi öz çocukları olunca dünyanın en fakir insanları oluyorlardı. Derin bir nefes aldım ve ona cevap vermeden evden çıktım. Kapının önünde nereye gittiğimi soran babam ve abime de anneme söylediğim yalanın aynısını söyledim ve hızlı adımlarla Hyunjin'in evine yürümeye başladım.

Hyunjin.
Bana yaşadığım cehennemde cenneti hissettiren melek. Onunla kilisede tanışmıştım. Birkaç kere kilise korosunda birlikte ilahi söylemiştik. Sık sık gelmiyordu. Ama geldiği zamanlar, muazzam sesi ve güzel yüzüyle insanlara tanrının varlığını kanıtlar gibiydi. "Bakın, bir tanrı var." diyordu gözleri. "Ve ben onun sanat eseriyim."
Ama karakteri tam tersiydi ve benim onda asıl sevdiğim buydu. Çok konuşmazdı. Sakin bir kişiliği vardı. Estetik bir zevki vardı. Dışarıdan çok sert ve kaba bir vibe verirdi ama aslında çok nazikti. Bunu sözleriyle belli etmezdi evet ama bakışları çok şey anlatırdı. Tüm dünyaya karşı tek başınaydı. Herhangi bir tanrıya veya bir dine inancı yoktu. Koroya sadece pederin özel ricasıyla birkaç kez katılmıştı. Bir ailesi yoktu. Sadece ona maddi destek sağlayan bir amcası vardı ama o da Fransa'da yaşıyordu. Hyunjin de Fransa'da doğmuştu ama anne ve babasını küçük yaşta kaybettikten sonra buraya, Güney Kore'ye, büyükannesi ve büyükbabasının yanına taşınmıştı. Hyunjin liseye giderken onlar da vefat etmişti ve o tamamen yalnız kalmıştı. Daha sonraları benimle tanıştıktan sonra bir akşam "Hayatımdaki tek şey sensin." demişti. Başım onun göğsünde, çırılçıplak bir şekilde yatakta uzanıyorduk. "Olur da bir gün kendimi öldürmek istersem, geride bırakacağım için üzüleceğim tek şey sensin." Cevap olarak sadece "Benden "şey" olarak bahsetmen.." diyip kıkırdamıştım. Kendini öldürme düşüncesinden veya bana olan ilgisinden konuşmamıştım. Bizim ilişkimiz böyleydi. Deliler gibi sevişirdik ve sonrasında o ne zaman ciddi bir şey söylese ben o ciddi ortamı yok etmek adına elimden geleni yapardım. Hayatımda zaten yeterince ciddiyet ve melankoli vardı, bir de onun yanında öyle hissetmek istemiyordum. O benim güvenli alanımdı.

İki katlı, müstakil evinin önüne gelince durdum. Bahçesi çok düzenli ve temizdi. Her yer çiçeklerle doluydu ve tıpkı bir Monet tablosunu anımsatıyordu. Hyunjin'in güzelliğe bir takıntısı vardı. Etrafındaki her şeyin kendisi gibi güzel olmasını beklerdi. Bu yüzden bu bahçeye, evine, kıyafetlerine çok özen gösterirdi. Amcasının yolladığı para Güney Kore parasından daha değerli olduğu için orta üst düzey bir yaşamı vardı. Benim gibi çulsuz değildi. Ama bunu bana hiçbir zaman hissettirmezdi.

Kolumdaki saate baktım ve yarım saat içinde yola çıkmamız gerektiği bilinciyle hızlı adımlarla bahçeyi geçip dış kapıyı çaldım. Saniyeler sonra kapı açıldı ve onu gördüm. Taranmış, parlak sarı saçlarıyla karşımdaydı. Üzerine hiçbir şey giymemişti. Sadece siyah boxerı vardı. Onu her gördüğümde olduğu gibi kasıklarım sızladı. İstemsizce alt dudağımı ısırdım. Onun karşısında kendimi kontrol edemiyordum. Daha doğrusu, biz, birbirimizin karşısında kendimizi kontrol edemiyorduk.

Reflections | SunSunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin