''İkinizi bir arada gördüğümde; bu adi varlığa karşı hissettiğin şefkati, fark edebilmiştim. Aranızdaki anlamsız yakınlığın sebebini öğrenmek için bir yol bulmalıydım. Bugün yanımıza getirilen melek, seni deneyebilmem için aracı olma görevini üstlenmiş oldu böylelikle.'' Diyen çaylak, beni alt etme fırsatını nasıl yakaladığını söylemiş oldu.
''Meleğe indirdiğim her bir darbemde, sen de aynı acıyı hissediyordun. Bakışlarınla saklamaya çalışsan da beden dilin, seni ele veriyordu. İşte o an artık emindim; sen de bir melektin ve dün elinde tuttuğun küre, yanındakine değil sana aitti. Onu sana vermek için buradaydı. Öğrendiğim bu gerçekleri tasdiklemenin yolu; seni konuşturmaktan geçiyordu ki buna da artık gerek kalmadı.'' Dedikten sonra zafer dolu gülüşünü, bana doğru attı.
Soğukkanlılığımı korumaya çalışarak,
''Sezgilerine kulak vererek yaptığın gözlem sonucunda; vardığın kanının doğruluğunu, ispat edebildin. Fakat sadece duyarak elde ettiğin bu bilgiyi, diğerlerine aktardıktan sonra sana inanacakları konusunda kendinden ne kadar eminsin?'' Diye sordum.
''Merak etme. Seni ifşa edebilmem için gerekli olan koza, artık sahibim. Aslında itiraf etmek gerekirse; şüphelenmeye başladığım ilk andan itibaren, olaya dahil olmadan senin, kendi kendini ele vermeni sağlamayı hedeflemiştim. Ama buna gerek kalmadı.'' Dedi ve ardından birkaç adım geriye gitti. Bize sırtını döndükten sonra da Azur'un yanına gitmek için kanatlandı.
Onun peşinden ben de havalanarak, uçmaya başladım. Aramızdaki mesafeyi korumaya çalışıyordum. Çaylağı durdurmaya o kadar çok odaklanmıştım ki Ehir'i geride bıraktığımı fark edememiştim. Ta ki bana yetişip, bileğimden kavrayarak; farklı yöne götürmeye çalışana dek.
''Ne yapıyorsunuz? Lütfen, bırakın beni.'' Diyerek, konuşmaya başladım.
''Hayır, prensesim. Onun ardından gitmenize izin veremem.'' Diyen Ehir'e karşı çıkarak,
''Eğer ona engel olamazsam; her şeyi açığa çıkaracak. Bu durumun yaşanmasına da ben müsaade edemem. Beni bırakmanızı emrediyorum.'' Dedim.
''Size karşı geldiğim ve emrinizi yerine getiremediğim için lütfen bağışlayın beni. Ama artık sizden biri olmadığım için; herhangi bir konu hakkında, ne yapıp yapmayacağıma dair karar verirken hürüm.'' Dedikten sonra konuşmaya devam eden Ehir,
''Affedin prensesim. Böyle bir olayın, bu kadar kısa sürede yaşanacağını tahmin edemeyip, gerekli önlemi alamadığım için. Şu an yapabileceğim tek şey var; o da sizin, sınırın diğer tarafına güvenli bir şekilde geçmenizi sağlamak.'' Dedi.
Ehir'de olan kolumu, çaresizce kendime doğru çekerek,
''Peki, ya kardeşim. O ne olacak? Burada daha ne kadar kalacak? Liya'yı, beraberimde götürmek için buraya geldim ben.'' Dememin ardından bileğimi bırakan Ehir,
''Ben sizin bir çözüm yolu daha bulacağınıza eminim. Hem o zamana kadar kardeşiniz güvende olmaya devam edecektir, merak etmeyin. Çünkü Azur'un, sizinle ilgili planını işleyebilmesi için uzun vadeye ihtiyacı var.'' Diyerek, bana olan inancını belirtmişti.
''Unutmayın ki prensesim, babanızdan sonra liderlik koltuğunu devralarak; başa geçecek kişi siz olacaksınız. Himayeniz altına almanız gereken halkınızı göz ardı etmemelisiniz.'' Diyerek, beni ikna etmeye çalışan Ehir'e, hak vermiştim. Korumam gereken bir halkım, yardımıma ihtiyacı olan bir insanoğlu vardı.
Altüst olan planım ve heba edilen çabamın vermiş olduğu kahırla, Ehir'in peşinden gitmeye başladım.
Çaylağın, bizden ne kadar uzaklaştığını öğrenmek için gittiği yöne doğru baktığımda; biraz daha mesafe katettikten sonra kendisini takip etmediğimi fark etti ve etrafı kolaçan etmeye başladı. Bizi gördükten sonra da ardımızdan gelmek için harekete geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYBOLUŞ
ФэнтезиHİKAYE TANITIMI Tam 3 yıl olmuştu. Kardeşimin, şeytanlar tarafından tuzağa düşürülerek esir alındığı; koskoca 3 yıl. Liya'yı, iblislerden geri alabilmemiz için bize sunulan teklifi kabul etmemiz imkansızdı. Yapmamızı istedikleri şartları, yerine get...