Giriş
1/Şubat/1998 Bir ağlama sesi duyuldu o gece beton merdivenlerin üstünde, saat dördü geçiyordu bir Şubatın ilk saatleriydi henüz. Bütün İstanbul, bütün Küçükçekmece, bütün Altuntaş yetiştirme yurdu o bebeğin sesini duydu. Sesinde feryat vardı bebeğin, terk edilmişlik vardı, hüzün vardı küçük bir bebeğin sesinde yaşanmışlık vardı. O bebeğin şansına Hakan Altuntaş o gün oradaydı, yatakhaneden bulduğu boş yere kıvrılmıştı. Kapıya çıktı, yerdeki bebeği kucakladı. Bebek sustu güzel bir kızdı. Çekik gözleri, fındığı andıran burnu ve büzülmüş dudakları vardı. Bir adımda sokak ışığının altına geçen adam yüzünü daha rahat gördü, boynunda küçük küçük yanık izleri vardı. “Merhaba küçük hanım.” Kucağındaki bebek ona gülümsedi. Ailesinin onu bırakıp kaçtığı aşikardı “ne yapacağım?” demedi adam kızı göğsüne yaslayıp ahşap kapıyı iteleyip içeri girdi. Yurdun aşçısı Hümeyra bir anda yanında bitmişti.
Ellili yaşlarının başında kızıl saçlı bir kadındı Hümeyra, oradaki çoğu çocuk ona Hümeyra anne derdi henüz dili dönmeyen minikler ise Hümanne derlerdi. “Hakan beyim bebe de nereden çıktı böyle? Yarım saattir bir ağlama sesi duyarım meğer buymuş.” Hümeyra hafif kırışan yüzünü asıp saçlarını geriye attı. “Kapıya bırakmışlar. Ona bir yer bulsak iyi olacak.” Hümeyra gülümseyip hızlıca adamın yanından uzaklaştı bebeğe yer yapacaktı. Hakanda küçük hanım lakabını taktığı bebekle odasına gidip güvenlik kameralarını izlemek için masasına kuruldu. Kucağındaki bebeği bacakları üstüne yatırıp bahçe kapını gören kamerayı açıp defalarca kez geri sarıp izledi. Bir annenin nasıl bebeğini terk ettiğini izledi, istese bu kayıtlardan o kadını bulurdu ama bunu yapmadı. Boynundaki yanık izlerine baktı bebeğin siğaramı söndürmüşlerdi? Aklına başka bir şey gelmedi koca adam kendisine dikkatle bakan o gözler karşısında ezildiğini hissetti. Daha çok küçüktü bir yaşında ya vardı ya yoktu ama öyle anlamlı bakıyordu ki karşısına geçip ağlamak istedi…
Zaman geçti Hümeyra yatağının hazır olduğunu söyledi kendisini yormaması sabah halledeceğini de ekleyip odadan çıktı. Hakan Altuntaş o an karar verdi bu bebeği vermeyecekti o kadına kızını getirip ona veren kadını bulmayacaktıda. Düşünürken küçük bir kahkaha, duydu sevimli hoş bir melodi. Küçük hanım cama bakıyor bir yandan da etrafa gülücükler saçıyordu kar yağıyordu… Yeni başlamış olmasına rağmen oldukça hızlıydı. Gökyüzünden düşen beyaz taneler onu güldürmeyi başarmıştı. “Sen bana semayı, gökyüzünü verdin. Bende sana iyi bir hayat vereceğim söz sana…” dedi ve durdu ona bir isim vermeliydi. “Alya.” Dedi hala karlara bakan bebeğe gülerek. “Hoş geldin güzel kızım Alya…”
Saat öğlen ikiyi geçiyordu gece çok fazla kar yağ yağışı olmuş her yer beyaza bürünmüştü yuttaki çocuklar bahçeye çıkmış oyun oynuyorlardı. Çok geçmeden demir kapıya siyah bir araba yanaştı çocuklar umutla kapının önüne üşüşürken elinde bebekle bir kadın indi aşağı hepsi bu kadının Mine ablaları olduğunu biliyordu ama kucağındaki bebekte kimdi? Yeni bir kardeş mi? Güvenlik kapıyı açıp Mine hanımı içeri alırken Hakan beyede Mine hanımın geldiğini haber vermişti. Hakan bey, Alyanın işleriyle o kadar meşgulduki şirkete gidememişti. Mine hanım elindeki bebekle içeri girince koltuğundan doğrulup Mine ve kucağındaki sarı kundağa sarılmış bebeğe baktı. “Hoş geldiniz Mine hanım, oturun lütfen.” Mine masanın önündeki kadife koltuklara oturup direkt lafa girdi. “Hoş buldum, ben küçük hanım için gelmiştim.” Hakan yerinden kalkıp kadının karşısındaki koltuğa oturdu. “Üzgünüm ama epey doluyuz.” Kadın yüzünü astı. “Aslında başka bir yurttaydı orada evlatlık alındı ama baya arıza çıkarmış, sahiplenen ailede geri bıraktı yurtta geri almak istemiyor Hakan bey. Aklıma sizden başka biri gelmedi henüz birkaç aylık… bilemiyorum elinizden hiçbir şey gelmez mi?” Hakan ellerini kadına uzatıp bebeği kendi kolları arasına aldı bir günde içinci bebek mi? Olacak iş değildi.
Kucağına alır almaz ağlamaya başladı küçük kız. Yüzünün yarısı gözden oluşuyordu çatık kaşları yumruk yaptığı elleriyle çok şirin gözüküyordu. “Minik olduğuna bakmayın çok cazgır!” dedi Mine kıkırdarken. “Bakayım şu cazgır kıza.” Hakan kıza biraz yaklaşınca minik yumruğunu havada sallayıp Hakının burnuna isabet ettirdi. “Güçlü bir kız.” Dedi Hakan. “Sanırım senin için yer bulabilirim yada sana kalbimi açarım değil mi? Bir baba böyle yapardı değil mi?” Mine gülümsedi. “Çok şanslı bir kız olacak.” Dediğinde çantasından kimliğini çıkarıp Hakana uzattı. “Adı Asya ailesi koymuş.” Dediğinde Asya güldü tek bir kelimeye mi gülmüştü o? Aileye bu kadar mı hasretti? Bir insanın bir kere ailesi olurdu bu normaldi ama onun iki ailesi olmuş ikisi de onu terk etmişti. El kadar bebek onlara ne yapmış olabilirdi ki? Asya adamın burnunu elleri arasına alıp çekiştirmeye başlayınca ikide kahkaha attı. “Seninle çok işim var Asya!”1/Şubat/2003
Demir kapının önüne oturan iki kardeş Alya ve Asya soğuk olmasına rağmen dışarıda oturuyordu, ümitle kar yağmasını bekliyorlardı ama kar yağmıyordu işte. “Asya üşüdüm artık girelim.” Dedi Alya sıkıntıyla. “Ama Babam bugün kar yağacak demişti.” Asyada Alya da yurttaki çoğu çocuk gibi Hakana baba diyordu. “İnsanlar yanılır Asya.” Dedi Alya omuz silkerek. “İstersen sen gir içeri ben…” dedikten sonra hapşırdı Asya. “Ben bekliyeceğim.” Alya onun bu haline gülüp inat olduğunu bildiği kardeşinin yanında kalmaya karar verdi. Hasta olsalar beraber iyileşirlerdi. O an kapının önünde siyah bir araba durdu saat yedi ya vardı ya yoktu. İçeriden zayıf uzun boylu bir çocuk ve kadın inde güvenlik onlar göründe Hakan beye haber vererek kapıyı açtı. “Hişt çıtır’” dedi Asya çocuğa itafen. “Kim getirdi seni buraya?” Alya susması için Asyayı çekiştirirken o hiç oralı olmuyordu. “Sizi kim getirdiyse beni de o getirdi.” Dedi çocuk, Asya düşündü Babasının yanına onu kimse getirmemişti. “Burası bizim babamızın.” Dedi Asya sinirliydi. “Baban mı?” dedi çocuk hayretle. “Eğer baban olsaydı bu yurtta olmazdım akıllım.” Dedi çocuk acımadan. Asya o güne kadar babası olduğunu düşünüyordu Hakan'ın ama Alya öz babası olmadığını biliyordu.
Alya her zaman olgun düşünürdü aklı başında akıllı bir kızdı bu yüzden daha o yaşta okuma yazma biliyor olmalıydı. “Yalan söyleme!” dedi Asya sinirle. “O babam, burası evim. Hem bana kızım diyor!” Çocuk yine güldü Alya içinden dualar ediyordu Asya babası olmadığını öğrense çok kırılırdı, öyle bağlıydı ki ona… “Sen sana verilen merhameti sevgi sanmışsın, ahmak!” dedi çocuk. Alya onun karşısında dikilip minik ellerini yumruk yaptı. “Adın ne senin?” dedi ilk olarak. “Arın.” Dedi çocuk. “Bende sizin gibi oldum…” dedi arın. “Nasıl yani?” dedi Asya arkadan “Kimsesiz kaldım.” Dedi Arın.O gece Asya babası olmadığını öğrendi. Bir daha ona baba demedi, bir daha sevmedi ve bir baba tarafından sevilmeyi hiç hayal etmedi. Bir daha Hakan Altuntaş ona dokunamadı, doğum günlerinde yanında olamadı, Asya sözünden hiç dönmedi. Hep özlem duyduğu adama öfkesini hiç aşamadı.
O günden sonra Arın Bamsı onların yuvalarında onlara arkadaş oldu, neden orada olduğunu kimse bilmedi. O günden sonra ailesini iki kız kardeş bildi hayatını onları mutlu etmeye adadı. Yaşı kaç olursa olsun Asyaya dediklerinin yükünü, Asyanın o gece ki ağlayışlarının kahrını hep çekti.
O günden sonra Alya kendine söz verdi her 1 Şubatta kar yağdıracaktı. Kardeşlerine bakacak ve dik duracaktı. O günden sonra Alya annesini hiç anmadı babasını Hakan Altuntaş bildi. Sigaradan korktu, kokusunu duysa yönünü değiştirdi Alya hep bir aile istedi. O günden sonra ailesini hep bekledi...
O günden sonra üç kardeş hiç ayrılmadı, hep birbirlerine yoldaş oldular ve aralarına birini daha aldılar....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahfi Devri (+18)
Teen FictionDört farklı kimsesiz soluk, dört farklı suret, dört farklı isim... Adlarının başkasının koyduğu çocuklar, dünyanın tersini görmüş çocuklar, bir yurt odasına üç hayat sığdıran çocuklar... Zaman aktı, zamanın içine saplanan hançer yerinden söküldü. Aş...