Kapım tıklatılınca yastığın kılıfıyla yüzümü kurulayıp "Gel." diye mırıldandım. Odama çıkalı en fazla yarım saat oluyordu. Ağrım geçmiş sayılırdı, sadece ısırığın hala orada olduğunu belli edecek hafif bir sızı vardı. Yine de örtünün altına kıvrılıp dakikalarca ağlamıştım.
Derek elinde merhem kutusuyla beraber içeri girdi. Hiç konuşmadan yanıma otururken ona bakamıyordum. "Şuraya bırak birazdan sürerim." dedim komidini göstererek. Beni duymamış gibi yaptı. Sımsıkı sarıldığım örtüyü üzerimden çekmek isteyince karşı çıkmadım. Doğrulup oturur pozisyona geldim ve kazağımı çıkartabilmesi için kollarımı kaldırdım.
Gözlerimi yüzüne sabitlemiş ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordum. Kendini tutmayı başarıyordu ama gözlerinden geçen hüzün dalgalarını görebiliyordum.
Elini çekinerek göğsüme uzattı. İşaret parmağı ile morarmış damarları takip ederken geçtiği yerler yanıyormuş gibi hissediyordum. Oda o kadar sessizdi ki kalbimin deli gibi atışı ona çok gürültülü geliyor olmalıydı. Nefesimi tutarak parmağının diş izleri üzerinde dolaşmasını izledim. Dokunuşu tüy kadar hafifti, görmesem hissetmeyecektim.
Kafasını kaldırıp gözlerimizi buluşturdu. Kızarmış gözleri karnımdaki onlarca diş izinden daha fazla acı verdi bana.
Hiç konuşmadan merhemi sürmeyi başladı. Soğuk merhem kalan azıcık ağrımı da dindirirken nefeslerim tekrar düzene girdi. İşini bitirdikten sonra yeni bir sargı beziyle yaranın üstünü kapattı. Bana o kadar yakındı ki midem heyecandan tepetaklak oluyordu.
Gitmesi için yalvarmak üzereydim. Buna tezat olarak ellerim beceriksizce tişörtüne tutundu. Onu öpmemek için bütün irademi kullanıyordum.
Yerinden kıpırdamadı. Yeşil gözleri ezberlemek istercesine yüzümün her noktasını turluyordu. Kafamı eğerek alnımı alnına yaslama cüretinde bulundum. Gözlerim titreyerek kapandı. Nefeslerimizi paylaşarak öylece oturduk. Bütün dünya etrafımızdan silindi, sadece ikimiz vardık.
Nasıl başardım bilmiyorum ama ilk geri çekilen ben oldum. Parmaklarımı gevşetip tişörtünü avuçlarımdan bıraktım. Gözlerim yaptığım kırışıklıklardaydı. Onu serbest bırakmamla derin bir nefes alıp ayağa kalktı. "Biraz dinlen." diye mırıldandı merhemin kapağını kapatırken. "Ben yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Kenara koyduğu kazağımı giymeden önce kafamı sallayarak onayladım. Hiçbir fiziksel aktivitede bulunmadan nasıl bu kadar yorulduğumu anlayamıyordum. O odadan çıkmadan gözlerim kendiliğinden kapanmıştı bile.
***
Salona girdiğim anda Liam önüme atladı. "Scott aradı!" dedi heyecanla. "Kızın izini bulmuşlar. Yakalamaları an meselesiymiş!"
Onun hevesine ortak olmak istedim ama yapamadım. Kendimi en kötü ihtimale hazırlamaya karar vermiştim. Gelişmeler iyi yönde olsa da umutlanmak istemiyordum. Yine de gülümsemeye çalıştım.
"Onu öldürmemelerini tembihledim." dedi Derek yüzüme bakmadan. "Malia hiç memnun olmadı."
"İhtiyacımız olan tek şey bir tüp kan. Bunun için öldürmeye gerek var mı?" dedim sinirlenerek. Kafasını kaldırıp gözlerime baktı. "Kibarca rica ettiklerinde vereceğini mi düşünüyorsun?" diye sordu alayla. "Deaton onun ne kadar tehlikeli bir canavar olduğunu anlatırken orada değil miydin?"
Ona tekrar canavar diye hitap etmesi canımı sıkarken sinirle güldüm. Konuştuğumuz şeyleri yok mu saymak istiyordu? "Bire karşı üç oldukları için şanslarının yüksek olduğunu düşünüyorum." dedim. "Hatta bu durum bruxa açısından hiç adil görünmüyor. Karşısındakiler de başka bir tür canavar sonuçta."
Sözcükler dudaklarımdan dökülürken anında pişman olsam da geri alamazdım. Derek sadece inadına söylüyor olduğumu bilse de Liam'ın aramızda geçen konuşmalardan haberi yoktu. Kafamı yana çevirip kırgın bakışlarıyla karşılaşmak beni telaşlandırdı. "Liam," dedim üzgünce. "Öyle demek istemedim, beni biliyorsun-"
"Önemli değil." diye kesti sözümü gülümseyerek. "Bir yerde haklısın."
"Hayır değilim." dedim çabucak. "Sinirle çıktı o sözler ağzımdan, düşünmeden konuştum özür dilerim." Kafasını iki yana salladı. Üç adımda yanına varıp onu kollarım arasına aldım. Sırtımda hissettiğim elleriyle rahatlarken gözlerimi sertçe Derek'e diktim. Ayağa kalkıp salondan çıktı.
"Lydia gelemedi ama selam söyledi." dedi Liam koltuğa otururken. "Yarın kesinlikle uğrayacakmış."
Kafamı sallayıp onayladım. Bir saat kadar lakros hakkında konuştuktan sonra eve gitme saatinin geldiğini söyledim. Mızmızlanmaya başlaması beni güldürürken onu kapıya doğru itekliyordum. "Resmen kovuluyorum." dedi somurtmaya devam ederken. Yerden aldığım spor çantasını göğsüne bastırdım. "Abart biraz daha." diyip güldüm. "Bekle de Derek seni götürsün."
"Gerek yok." dedi. Gözleri sarıya dönerken gülümsedi. "Canavarlar kendi başları çaresine bakabilirler genelde." Tamamen şakalaşır gibi konuşuyordu ama içimin yine suçlulukla dolmasını engelleyemedim. Ben karşı çıkamadan gözden kaybolmuştu bile.
Kapıyı kapatıp içeri girerken Derek'in alınıp alınmadığını düşünüyordum. Onun önemseyeceğine ihtimal bile vermemiştim ama salondan ayrılmadan önceki bakışı garipti. Mutfaktan gelen seslerle adımlarımı oraya yönlendirdim.
"Makarna yaptım." dedi kapıda beni görünce. Burnuma gelen güzel kokularla aniden acıktığımı hissettim. Sabahtan beri mideme o çirkin kahve dışında bir şey girmemişti. "Köri soslu mu hem de?" dedim sevinçle. "Köri soslu hem de." diyip gülümsedi.
Yemeklerimizi yerken sessizdik. Tabağım bitince bir daha ister miyim diye sordu ama hayatımda ilk defa bir tabakla doymuştum, istemediğimi söyledim. Bu durumun onu endişelendirdiğini görünce "Formuma dikkat ediyorum." diye fısıldadım sır veriyormuşçasına. Deaton iştahımın git gide azalacağını söylemişti. Böyle bir şeyin mümkün olduğuna inanmamıştım ama sanırım doğruydu.
"Özür dilerim söylediklerim için." dedim çekinerek. "Öyle düşünmediğimi bilmen lazım."
"Biliyorum." dedi kafasını aşağı yukarı sallayarak. "Asıl ben özür dilerim. Konuştuklarımızın üstüne onları söylememeliydim."
Elimi önemi yok dercesine sallarken ilk defa iki medeni insan gibi konuşmamızın şaşkınlığı içerisindeydim. Derek benden daha önce hiç özür dilememişti. Ah, dedim içimden. Gerçekten ölüyorum sanırım.
"Yarın babamı aramalıyım." dedim konuyu değiştirmeyi umarak. "İki gündür konuşmuyoruz. Durumum kötüleşmeden konuşsam iyi olacak, mezarda telefon çekmiyor diye duymuştum." Son cümlemle gözle görülür bir şekilde irkildi. Hayatım hakkında böyle umarsız bir şekilde konuşmam her seferinde onu şaşırtıyordu. Ben de kendime inanamıyordum ama ağzımdan çıkıveriyordu işte.
"İyi fikir." dedi bozuntuya vermeden.
"Yarın ormanda yürüyüş yapalım mı?" diye sordum. İki gündür bırak evden çıkmayı, bahçeye çıkmama bile izin vermiyordu. "Bruxayı bahane edemezsin, buradan çok uzakta olduğunu biliyoruz." dedim itiraz edecekmiş gibi görünürken. Ona göre kız kokumu aldığı anda ortaya çıkacak ve yarım bıraktığı işi halledecekti. Deaton bile bruxaların intikamcı canlılar olmadığı konusunda onu ikna etmeye çalışsa da başarılı olamamıştı.
Şu an, Derek'e göre, dünyadaki en lezzetli şey bendim ve bütün canavarlar benden bir lokma almak için sıraya giriyordu.
"Lütfen." dedim son heceyi uzatarak. "Hem yanımda sen olacaksın."
Pes ederek "Tamam." diye mırıldandı. "Uyandığında çıkarız."
Ben hevesle gülümserken onun da dudakları yukarı kıvrıldı. Ölüyor olmanın böyle güzel bir şey olduğundan kimse bana bahsetmemişti.
------------------
🤠
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't leave me | sterek
Fanfiction|tamamlandı| hayalini kurmaya bile cesaret edemedim ama belki sen de beni severdin.