0.1

175 17 0
                                    

tanınmamak için giydiği pelerinin başlığını yüzünü tamamen örtmesi için aşağıya çekti. geçtiği karanlık yollar onu korkutmayı bırakalı çok olmuştu, karanlık onun en yakın arkadaşı oluyordu gün geçtikçe. her attığı adımda belindeki kılıcın, bacağına bağlı bıçağın ve kolundaki yedek bıçağın ağırlığını hissediyordu. göreve gitmiyordu yine de kendisine güven vermesi için yanına aldığı silahları onu rahatlatıyordu. onların orada olduğunu bilmenin verdiği his, prensi her dakika koruyacağına dair verdiği söz ve daha nice krallık sorumlulukları ilk başta kendisine çok zor gelmişti. yıllar geçtikçe alıştığı görevleri artık rutin haline gelmişti.

açılan kapıdan içeri girip yuvarlak masanın etrafında toplanan arkadaşlarına baktı. yüzündeki gülümseme ile girdiği ahşap kapıyı arkasından kapattı. başındaki başlığı indirip sırtındaki pelerini de çıkarttı, pelerinini uygun bir yere bırakarak onu görünce ayağa kalkan arkadaşlarına kollarını açarak yürüdü. silah arkadaşlarını görmeyeli bir hafta olmuştu. teker teker hepsine sarılıp onun için boş bırakılan sandalyeye yerleşti.

kral tarafından verilen emir ile ülke sınırlarının dışına çıkmış ve halledilmesi gereken işi halletmişti. kraliyetin birinci ordusunda hatırı sayılır bir yeri vardı, daha doğrusu baş komutanlardan biriydi. tabii savaş olursa, savaş olmayan zamanlarda ile kralın özel suikastçısı olarak görev yapan küçük topluluğun kaptanıydı. hayatı kralın elindeydi, hayatını kralını, kraliçesini ve biricik çocuklarını korumaya adamıştı. ülkesini koruyordu, bu masada toplanan arkadaşları da aynı yemini etmişti.

önüne konulan bardak ile kendine geldi, önüne gelen saçlarını iterek bardağa uzandı, gittiği yerlerde içtiği içkiler bir yana buranın içkisini seviyordu, alışılmış tad onu eskilere götürüyordu. her zorlu görevden sonra arkadaşları ile burada zaferlerini kutlamışlardı. yüzüne gülümsemesini yerleştirip konuşup gülen arkadaşlarına katıldı, önlerinde uzun bir gece vardı ve yarın için katılmaları gereken acil bir durum yoktu bunu bilerek hız kesmeden içmeye başladılar.

"büyük prens için kral koruma seçecekmiş, yeniden."

"kaçıncı oldu bu?"

'ben saymayı bıraktım.'

"o adamdan nefret ediyorum, şımarık veledin teki."

"aslında o kadar da kötü biri değil gibi, arada görüyorum sarayda."

'soobin hyung kral seni küçük oğlu için koruma olarak aldığından beri seni çok özlüyorum, biliyor muydun?"

"taehyun sürekli ağlıyor."

'çünkü bana kötü davranıyorsun!'

"tae abartma sürekli beraberiz sadece görevlere sizinle gelemiyorum eskisi kadar."

"eğer gelip adamlarımdan birini alırsa-"

"alırsa ne? sanki bir şey yapabilecekmiş gibi konuşma."

'beom'un özgüveni çok.'

"beom?"

'hyung.'

"abartma sende."

gecenin kalanı üç arkadaş için alışılmış geçti, saat ilerledikçe bardaklar boşalmış yenileri gelmişti. üçü de düz yolda yürüyecek halleri olmayana kadar içtiler, fazla gürültüden dolayı han sahibi hongjoon onları kapı dışarı edip üzerlerine pelerinlerini fırlattığında üçü de karanlık sokağı aydınlatan ışığın altında oturuyorlardı. kısa bir an sessiz kaldıktan sonra tekrar içerideki gibi gülmeye başladıklarında yavaş yavaş ayağa kalkmaya çalışıyorlardı.

soobin'e tutunup destek alarak ayağa kalkmayı başardı, taehyun da onun kolunu tutup kalktığında üçü dar sokaklarda yürüyerek ana meydana çıkmak için ilerledi. ara sıra düşüyor gibi olsalar da ana meydana ulaşmışlardır. ana meydan sabah saatlerine göre çok daha sessiz hatta meydanda ölüm sessizliği vardı. üçünün çıkardığı sesler dışında çevreden çok ses gelmiyordu, gören olsa da artık alışmışlardı.

meydandan saraya doğru giden yola saptılar, rütbeli askerler oldukları için sarayın bulunduğu arazinin içindeki başka bir binada yaşıyorlardı. soobin hariç. soobin küçük prensin yakın koruması olduğundan ana sarayda yaşıyordu. doğruyu söylemek gerekirse beomgyu saray hayatını merak etmiyor değildi, o şatafatlı hayatı tatmak isterdi. belki şartlar başka olsaydı prens olabilirdi gerçi olma ihtimali olsa bile şu anki hayatından fazlasıyla memnundu.

arazinin girişindeki korumalara selam verip içeri girdiler. kendi kaldıkları binaya kadar yürümeleri gerekiyordu. üçünün de hali kalmamıştı. taehyun sürekli uykusu geldiğini söylüyor soobin ise onu susturmaya çalışıyordu. en azından sağ salim buraya kadar gelmeyi başarmışlardı.

"beom, tae sana emanet bundan sonrası için. yatır onu yatağına, tamam mı?"

"yatırırım hyung."

"dikkatli gidin."

soobin saraya doğru ilerlerken beomgyu da taehyun'un koluna girip kendi kaldıkları yere ilerlemeye devam etti. ikisinin de kafası iyiydi, en ufak şeye gülüyor ya da bağırıyorlardı. şu ana kadar birinin onları duyup gelmemesi mucize gibi bir şeydi. kaldıkları binaya geldiklerinde beomgyu taehyun'u duvara yaslayıp kapıyı açmak için uzandı. ağır metalden yapılma kapı gürültü ile açıldığında beomgyu duvara yasladığı çocuğu da alarak içeri girdi, kapıyı kapatmadan önce bahçeye son kez bir göz gezdirdiğinde ileride küçük göletin oraya doğru olan bir yerde karartı gördüğünden emindi. karartı hareket ediyordu, normalde gidip kontrol ederdi ama şu an kafası güzeldi. sarhoşluğuna verip kapıyı arkalarından kapattıktan sonra üst kattaki odalarına doğru yürümeye başladı.

taehyun'u düzgün bir şekilde yatırdıktan sonra kendi odasına girmiş ve üzerindeki silahları teker teker çıkarıp yerlerine yerleştirdi. üzerindeki kıyafet fazlalığından da kurtulduktan sonra kendisini yatağına bıraktı. yarın sabah başının ağrıyacağının sinyalleri şimdiden geliyordu. bunu sabah düşünmeyi tercih ederek son bir kez yıldızlı gökyüzüne baktı. parlayan gökyüzü altında yorgunluk ile gözlerini kapattığında çok geçmeden uyumuştu.

lonely boy, yeongyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin