Yüreğimin kanatlanıp da camının önüne konacağından, her şeyi tek bir detayını bile atlamadan anlatacağından ve daha birçok şeyden korkuyordum.
Ah hayatım, izin ver hayatına karışıp filizleneyim. Camına minik bir taş fırlatıp seni kendi bahçemize götüreyim, yıldızların altında dans edip çiçek açalım ya da tüm çiçekleri köklerinden koparıp toprağa uzanalım. Cesetlerin sonsuz uykuya daldıkları o yatakların yanında yuvamızı kurup kendi hikâyemizi yazalım.
İnsanların ne söylediği umurumda değil, seni ve o tüm ufak tefek sorunlarını seviyorum sevgilim.
Pencerenin odanı sıcacık gösteren ışığı hüzünle sönerken zihnimde bir meleğin merdivenlerden inişi canlandı. Gecenin sessizliği içinde o meleğin adımlarının bana yaklaşmasını bekliyordum.
Kapının ardında bir gürültü koptu. Birkaç küfür ve homurdanmanın sonunda kapı çekingen bir şekilde açıldı ve ufacık bir aralıktan yüzüme bakıp gülümsedin. İşte bu gülüş burada beklerken vücuduma sinen tüm o yorgunluğu silip götürdü.
Tanrım, keşke bu pembe dudakların arasında prensesleri kıskandıracak kadar özenle dizilmiş dişlerin gülümsediğinde aldığı müthiş hâli tüm dünya görebilseydi. O zaman beni anlarlardı.
"Hazır mısın?" diyerek bakışlarımı kol saatime çevirip tekrar sana baktım. Biraz geç kalmıştık.
Gözlerini şaşkınlıkla birkaç kez kırpıştırdın ifadesini hiç bozmadan. Sanki neyden bahsettiğimi anlamadığın için özellikle şirin gözükmeye çalışıyordun.
Sakince "Bizi bekliyorlar." dedim.
"A-!" diye bağırarak kapıyı sertçe yüzüme kapattı. Öylece kalakaldım.
Küçük bir çocuğun sabırsızlığıyla kapıyı çalıp onu olduğu gibi evden çıkarmak istiyordum. Beklemekten usandığım için değil, bizi bekledikleri için değil... Yıllarca burada durabilirdim, yeter ki bir gün kapısını tıpkı az önceki gibi aralayıp bana gülümseyiversin.
Ama bu gece sıradan bir gece değildi. Telaşım bedenimi sarıp canımı bir hamleyle çıkaracak kadar boğmuşken olduğum yerde duramıyordum.
Cesaretimi toplayıp sol elimle kapının tokmağını yakalamıştım ki kapı, en az kapandığı zamanki kadar telaşlı bir hızla tekrar açıldı. Bu defa gülüşünün yerinde ardı sıra alıp verilen soluklar vardı.
"Annem aşağıda beklediğini söyleyince yanına gelmek istedim." dedi ve görüşünü tamamen kısıtladığını düşüneceğim kadar kısık gözlerle ekledi: "Unutmuşum."
Dudaklarımı aralayıp cevap vereceğim sırada yüzüme doğru kocaman bir cisim sallayıp "Ve hediyemi paketlemeyi de unutmuşum!" diyerek küçük bir kız çocuğunun heyecanıyla devam etti.
Bu hâlleri öyle tatlıydı ki sözlerimin ona ayak uyduramayacağından korkarak sustum. Tıpkı Güneş sayesinde görünür olan Ay gibi, onun bu ışıldayışından beslenerek var oluyordum. Sonsuza dek sussam ve sonsuza dek konuşsa... Kendinden bir parça bana bulaştırsa ve ömrüm boyu yetse... Ne de güzel olurdu.
Ama yüzüme merakla bakan o çipil çipil gözleri düşlerimin üzerine bir örtü serip onları kenara kaldırdı.
Hediyesini yavaşça elinden alıp siyah naylon poşetle kaplı yüzeyinde parmaklarımı gezdirdim. Sanırım çöp poşetiydi.
Gülümseyerek başımı kaldırıp "Paketlemişsin işte." dedim.
Beni duymamış gibi "Ve o renkli güzel şeylerden yoktu." diyerek hediyeyi geri aldı. Dudaklarını büzüp elindekine kararsız bir bakış daha atmasını izledim. O ise kendi dünyasında, "Acaba siyahı değil de mavi olanı mı kullansaydım?" diye mırıldanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ufak tefek sorunlar || champagne problems
Cerita PendekBir şarkının hikâyesi yazılır mı? Şarkılar da aslında bir hikâye anlatıyorsa... Neden olmasın? Taylor Swift'in evermore albümünden champange problems'ın öyküsü, ama karşı perspektiften... Okursanız ve beğenirseniz beni bir şekilde haberdar edin!