Nihayet ikinci bölümle karşınızdayım.
Geçmişe gittiğimiz bir bölüm oldu.
Böylelikle Niran Azad ilişkisini az biraz anlayabileceğiz.İyi okumalar efenim :)
10 YIL EVVEL...
Sonbaharın Diyarbakır sıcağına hayır etmediği bir akşamda düğünler devam ediyor, davul zurna sesi memlekette hiç kesilmiyordu. Zılgıtlar havaya sıkılan kurşun seslerine karışıyor, çekilen halaylar bir türlü son bulmuyordu.
İki aşiretin iş bahanesiyle akrabalık kurması kutlanıyordu bu gece.
Diğer birçokları da bu iki aileyi yalnız bırakmamış, mutluluklarına ortak olmuşlardı.
Her bir köşede kazanlar kaynıyor, tabak tabak yemekler ikinci servise dönüyordu. Hediyeler ise haddini aşmış, gelinin boynunu boğazını altınlar kaplamışken ortaya hazırlanmış iki masanın üzeri tomarla paralarla doldurulmuştu.Gelip hediye olarak masaya tonla para bırakan ailelerden biri de Ağaoğlu aşiretiydi.
Diyarbakırın söz sahibi büyük aşiretlerindendi ve hayli çekinilir bir aileydi. Çok yaşlı olmayan Meyyit ağa sinirli olsa da anlayışlı, pek sesi çıkmayan, keyif için etliye sütlüye karışmayan bir adamdı. Lakin genç yaşta bir oğlu vardı ki, veliaht olduğunu her hareketiyle belli eder, niceleri babasından çok kendinden korkardı.Okuduğu okulu henüz bitirmiş, yirmi üçüne merdiven dayamış, annesinin bedelli yapma konusundaki ısrarlarına rağmen askerliğini okuldan da evvel uzun dönem yapıp bitirmişti.
Genç yaşına rağmen fazla sinirli, fazla dediğim dedikti. Bu da insanların kendisine karşı cephe almasına, ister istemez çekinmelerine sebep oluyordu.
Kudretliydi Ağaoğlu aşireti, çok büyüktü. Soyunda nice sert hatunlar, nice gözü kara er kişiler vardı.
İşte onlardan biri de, babasının sessiz öfkesini değil, dedesinin ürkütücü varlığını örnek almış genç ağa Azad'dı.Annesi Zana hanım her ağa anası kadar oğlunu büyük görür, yanına yöresine kimsecikleri yakıştırmaz, konağa gelecek sözde gelinde olması gereken huyları eşe dosta epey abartarak anlatırdı.
Ona göre boylu boslu, tuttuğunu koparan oğlunun yanına onun gibi uzun boylu, dişli, en az kendileri kadar soylu bir ağa kızı yakışırdı. E tabii, oğlu okumuş, askerliğini yapmış, önüne gelen her bir kavgada en önde yer almıştı.
Onun kadar korkusuz da olmalıydı gelin ağa. Nazlı bir ceylanın Ağaoğlu konağında yeri yoktu. Hem oğluna yaraşmazdı, hem de konakta barınamaz, aşiret içinde ezilirdi.
Gerçi oğlunun güveylikte pek gönlü yoktu ama, olsundu. Kızların ona gıptayla baktığının farkındaydı.
O da gün gelir, birine olur derdi.
Hem o razı geldikten sonra, kim onu istemezlik edecekti ki?
Ağaoğlunun veliahtıydı o.Şimdi veliaht, annesinin bilip kendince derdine düştüklerini hiç önemsemeyerek kendi bildiğinin peşinde, kendi istediğinin yakınındaydı.
Düğün konağından bir iki sokak aşağısındaki dar bir yola park ettiği arabasına yaslanmış, her vakit yanında olan can dostu Diyar ile birkaç arkadaşıyla daha karanlıkta beklemekteydi.
Annesi iki sokak ötede kendisini överken, yanına kimsecikleri uygun görmezken, o birini görmüş, yeterince beğenmiş, beğenmekten de öte kafayı takmıştı.
Zira bu kez istenmeyen taraf kendisiydi.
Üstelik çelimsiz, çok da güzel olmayan bir Mirzan kızı tarafından.Sessiz olurdu Mirzanlar, sakinlerdi. Kimilerinin söylediğine göre yeterince akıllı, yeterince cesurlardı. Ama bu cesaret ve aklın ne zaman nerede çalıştığı, kendini nasıl gösterdiği bilinmezdi.
Garip insanlardı vesselam.
Kızları da garipti.
Yalnızca birkaç kez karşılaşmaları yetmişti ama dikkat çekilecek türde bir kız değildi.Henüz on yedisine yeni basıyordu Mirzan kızı Niran.
Yaşına rağmen Narin Niran lakabını almış, sessizliği gibi nazı niyazı da çoğunun diline dolanmıştı.
Diğer birçokları gibi bile isteye yaptığı bir şey değildi bu. Göstermelik değildi onun ürkek tavırları.
Aldığı mahlas kadar gerçekti narinliği, kibarlığı...
Şimdi koluna girmiş arkadaşı Hevin'in ısrarıyla düğün olan konaktan ayrılmış, arka sokakların karanlığına doğru yürüyorlardı. Güya sevgilisiyle buluşacaktı Hevin.
O da Niran'la aynı yaştaydı.
Sevgilisi ise biraz büyük...
Aslında evlilik yaşı gelen kızların pek önemsemediği bir konuydu bu. Bilakis, doğuda çoğu kendisinden büyük adamlara yâr olurdu.
Hevin'inki de çok olmasın, bir yedi sekiz yaş kadar büyüktü kendisinden.
Gözü karaydı Hevin, şu tuttuğunu koparır dedikleri cinstendi. Lakin aklı da bir o kadar havadaydı.
Çoğu zaman ortalardan kaybolma işi onun fikri olur, Niran'ın itirazlarına rağmen onu da yanı sıra sürüklerdi.
Babasının tek kızı olan Niran ise evden birileri görecek, biri bir şey diyecek diye düşünmekten aklını kaçıracak gibi olur, onun bu halleri Hevin'in hiç umruna gelmezdi.
Doğrusu ne zaman yakalanacak olsalar ya da bir sorun çıksa önüne dururdu Hevin. Arkadaşını korur, onu ezdirmemek için elinden geldiğince çabalardı. İşte bu yüzden en yakın arkadaş tabiri onlar için geçerliydi.
Fakat yine de söylenmeden durmuyordu Niran.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİRAN - GÜZEL SERİSİ IV
Tiểu Thuyết ChungNiran... Ateş gibi yanan yüreğiyle terk etmek zorunda kaldığı Amed'e geri dönerken tek düşündüğü ailesine destek vermekti. Asıl yükün kendi omuzlarına ağırlık vereceğini nereden bilebilirdi? Berdelin kara fistanı üzerine çökmek üzere göz kırparken...