Ortalama uzunluktaki bölüm ile karşınızdayım.
Şunu söylemek istiyorum ki geçen hafta yayınlayamadığım ve mesajlarınıza dönüş yapamadığım için çok üzgünüm.
Bölüm hazırlamaktan bir türlü telefonla ilgilenemedim.
Üstelik hazırladığım bölüm de haddinden fazla uzun olduğu için ikiye ayırmaya karar verdim.Yani geçen haftanın bölümü olan bu bölümden sonra, bu haftanınkini de okuyabileceksiniz.
Umarım haftaya herhangi bir aksama olmadan görüşebiliriz.İyi okumalar :)
Oturtulduğu yerde hâlâ şoktaydı Niran. Annesi Şahbanu hanım kızının yanından ayrılmıyor, Revan'ın getirdiği suyu kendi elleriyle içiriyor, korkmaması için telkin ederek saçlarını okşuyordu.
Oysa korkmuyordu ki Niran.
Artık korkmuyordu.
Bir çocuk değildi. Aynı ürkek genç kız, hiç değildi. Eskiden olsa, onu görünce, adını işitince hafif bir irkilmeyle güne başlar, gittiği yerlerde de karşısına çıkacak diye her pencereden yola bakardı.Şimdi ise ona karşı tek hissiyatı, şaşkınlıktı.
Gördüğü gözlerdeki kurnazlığı biliyordu. Hiç değişmemiş, hiç yaş almamış gibiydi. Sanki otuzunu deviren o değilmiş gibi fazla genç görünüyordu yine.
Aynı yaşta gibiydi.
Hiç büyümemiş, hiç değişmemiş gibiydi.Sözleri geldi sonra aklına. Affet mi demişti?
Affet!?
Bunu nasıl, neyine güvenerek söylüyordu? Sanki hayatını tepetaklak eden o değilmiş, yaptığı yenilir yutulur bir şeymiş gibi nasıl affetseydi?
O geceyi aklından silmek için kaç gece uykusuz kalmıştı biliyorlar mıydı acaba?
Kaç gece en kara kabuslardan gözünü açmıştı?
Her gördüğü genci nasıl da korkarak ona benzetmişti, biliyorlar mıydı?Niran o geceyi de, Şiyar'ı da hiç unutmamıştı.
Unutmayacaktı.
Bundan sonra da ne unutur, ne de kendisine yapılanları unuttururdu.
Zira ona reva görülen, suçsuzken ayak altından gönderilişiydi.
Bunun acısı nasıl dinerdi ki?ON YIL EVVEL...
Mirzan konağında baş gösteren şenlik havası, günün erken saatlerinden beri sürüp gitmekteydi. Bu gün o gündü. Mirzan ağalarının ortancası olan Bekir ağanın tek oğlu Emrah'ın nişan günü.
Her bir yanda zılgıtlar eşliğinde erbaneler çalınıyor, davul zurna sesi hiç susmuyordu.
Mirzanların büyük konağındaki üç ağadan ortancasının oğluydu Emrah. Babası gibi kaşı gözü kara, annesi misal ay gibi parlayan bir delikanlıydı. Kız gibi güzel olduğunu herkes bilirdi. O yüzden de kendi yanına yaraşacak güzel bir kız alınmış, güzelleriyle meşhur Rîha diyarından gelin getirilmişti.Gün Emrah'ın günüyken, gözler önündeki yine küçük kız kardeşiydi.
Narinliğiyle dillere dolanmış henüz on altısını bitirmek üzere olan genç kızın abartılacak bir güzelliği yoktu. Lakin güzel kuzeni Revan'dan da, yanından ayrılmayan güzelliği kadar cesur olan arkadaşından da daha çok dikkat çekiyordu.
Uzun sayılabilecek siyah saçları, boncuk boncuk kara gözleri, küçücük bir kız çocuğunkine benzeyen düşük, dağınık kaşları ve zayıf bedenine rağmen tombul yanakları vardı Narin Niran'ın. Pek bir isteyeni yoktu ama, olmasındı da zaten. Zira gözlerini üzerinden ayırmayan, bir nefes kadar yakınında olan, Amed'in önde gelen aşiretlerinden Ağaoğlu'nun bekar oğlu Azad'ı kimse karşısına almak istemezdi.Yirmi iki yaşına günler evvel giren genç delikanlı şimdiden Niran'ı kafaya takmış, bitirdiği okulunu sırf genç kızı gözü önünden ayırmamak için aynı şehirde okumuştu.
Fakat en az Azad kadar genç kızı gizliden gizliye göz hapsine almış biri daha vardı ki, bizzat küçük amcasının oğlu, ailesinin başına her an bela açabilecek potansiyeldeki Şiyar'dı.
Ağaoğlu'nun veliahtından yalnızca iki yaş küçük olan Şiyar, çok daha büyükmüş gibi hareket ediyor, herkese söz geçirmeyi çok iyi beceriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİRAN - GÜZEL SERİSİ IV
Genel KurguNiran... Ateş gibi yanan yüreğiyle terk etmek zorunda kaldığı Amed'e geri dönerken tek düşündüğü ailesine destek vermekti. Asıl yükün kendi omuzlarına ağırlık vereceğini nereden bilebilirdi? Berdelin kara fistanı üzerine çökmek üzere göz kırparken...