--YAZARIN DİLİNDEN--
Naeun, günlüğünü bordo renkli koltuğun önündeki masaya bıraktı. O üç yıldır boğuştuğu hastalıktan dolayı kelimenin tam anlamıyla bir deri bir kemik kalmıştı. Güçsüz ve üzgündü. Kai ve Chanyeol'e yaptıklarından sonra kendini hiç affetmedi. Hayali olan sanat okulunu da yarıda bırakmak zorunda kalmıştı.
Chanyeol ise her zamanki gibi annesinin istediği hayatı yaşıyordu. Tıp okuyor ve annesinin arkadaşının kızıyla evleniyordu. En son annesine lisede karşı gelmişti. Naeun için her gün annesine yalan söyler ona karşı çıkardı. Ancak Naeun'dan en büyük kazığı yedikten sonra böyle bir hayatın daha anlamlı olduğunu düşünmeye başlamıştı. O bu hayatının boşa geçirilmiş olduğunu düşünmeden edemiyordu.
Bir gün telefonu çaldı. Arayan liseden arkadaşı Hayoung'du.
"Chanyeol, merhaba. Ben Hayoung. "
" Efendim Hayoung-ah? "
" Chanyeol, Naeun şuan Seul Hastanesinde 147 numaralı odada yatıyor. O ölmek üzere ve seni son bir kez görmek istiyor. Lütfen.. Onun yanına git. "
Ve telefon kapandı. Chanyeol hiç düşünmeden Seul hastanesine gitti. 147 numaralı oda.. Bu Chanyeol'ün okul numarasıydı. Odaya girdiğinde Naeun'u pencereden bakarken gördü. O zayıflamış ve çökmüştü. Çok yaşlanmış görünüyordu. Tüm gün Naeun ile birlikte vakit geçirdiler ve akşam Chanyeol tekrar geleceğine söz vererek eve döndü.
O gün aynı telefonu Kai de almıştı. O da hiç düşünmeden koşup gelmişti ve Chanyeol hastaneden hemen çıktıktan sonra hastane kapısında belirmişti. 147 numaralı odanın kapısına geldi. Bu Kai'nin eski dans grubunun adıydı. 147 onun uğurlu sayısıydı. Naeundan sonra Çıkabildiği tüm kızlarla çıktı ancak hiçbiriyle mutlu olamamıştı. O, bir gününü bile Naeun'u düşünmeden geçirmemişti. Ama o şimdi ölüyordu ve doktorlar bile sadece huzur içinde ölmesine izin vermişlerdi. Tüm gece Naeun ile kaldı ve saat iki gibi tekrar geleceğine söz vererek hastaneden ayrıldı. Naeun, o gün hayatının en güzel günü olduğunu düşündü. O hissetmişti. O günün son gün olduğunu. Uyuyamamıştı. Üstünde mutluluktan hafif bir mayhoşluk vardı. Sabaha karşı hava aydınlanmaya başladığında yatağından kalkıp bordo koltuğuna oturdu. Telefonundan en sevdiği müziği açtı. Bu Chanyeol ile ilk dinledikleri müzikti. Bu Kai ile ilk dans ettikleri müzikti. Bugün hava güneşli ve açıktı. Kuşlar cıvıldıyor ve insanlar gülümsüyordu. Naeun, koltuğa kafasını dayadı ve gözlerini yumarken söylediği son sözler çalan şarkının nakaratıydı.
Hayoung, onu o şekilde bulan ilk kişiydi. Başta uyukladığını sanmıştı ama ne kadar seslenirse seslensin Naeun uyanmamıştı. Bordo renkli koltuğun önüne çöktü. Başını Naeun'un cansız bedeninin dizlerine yasladı.
"Şimdi mutlu olmalısın. Oldun mu? "Naeun, cevap verebilecekmiş gibi bekledi.
" Seni dinlemediğim için üzgünüm. Onlarım haberi olmamasını istemiştin Naeun-ah, ama seni öyle görmek içimi paramparça ediyordu. Tüm bunları başına ben açtım değil mi? Anneni senden gizlice ikna ettim ve benim okuluma yazılmanı sağladım. Sonra da seni o binaya götürdüm. Hayatının son beş yılını benim yüzümden böyle geçirdin Naeun-ah. Ben... Seni dinledikten sonra bir kalpte iki ateş yanabileceğini öğrendim. Sadece yakmasını bilmeliydin.. Baştan iyi idare ediyordun ha? "
Hayoung, elinin tersiyle gözyaşlarını sildi.
" Şimdi ben ne yapacağım Naeun-ah? Sadece sen vardın benim için. "
Naeun, hayatının 23 yılını harika bir şekilde geçirmiş olmalıydı. Geçirmediğini kimse inkar edemezdi. Kanıt vardı. Tanıkta vardı. O, üç kişinin hayatı olmuştu. Chanyeol, Kai ve Hayoung. Üçü de Naeun hayatından çıktıktan sonra bocalamıştı. Naeun'un saf, yürek burkan masumluğu karşısında. Şimdi Naeun, bordo koltukta gayet rahat görünüyordu. Hayoung masanın üstünde duran cam şişeyi aldı. Yere hızlıca çarpıp şişenin kırılmasını sağladı. Büyük parçalardan birini eline aldı. Bileğinin üstüne dayadı.
"Dur! Hayoung-ah!"
Bu Chanyeol'ün sesiydi. Hayoung sesin geldiği yere döndü. Chanyeol koşarak geldi ve Hayoung'u ayağa kaldırdı. Daha sonra bordo koltuğa baktı. Naeun-un cansız bedeni orada duruyordu. Chanyeol Hayoung'u yavaşça itti. Cam parçalarının üstüne diz çöktü. Pantolonunu delip, dizlerine batan parçaları umursamamıştı.
"Naeun-ah! Naeun-ah! Ben geldim! Duyuyor musun? Naeun-ah!"Chanyeolün parmağında nişan yüzüğü değil, Naeun'un ona aldığı çift yüzüğü duruyordu. Yıllar önce Chanyeol'e gelen yüzlerce aşk mektubundan bıkmış ona bu yüzüğü almıştı. Parmağına takıp: "Çıkarırsan, bu yüzüğü burnuna takarım." diye de küçük bir tehdit savurmuştu.
Naeun'un elini tuttu.
"Neden cevap vermiyorsun? "
Chanyeol'ün gözlerinden sicim gibi akan gözyaşları Naeun'un hastane elbisesini sırılsıklam yapmıştı.
Kai odaya hızla girdi. İçeride kimse yoktu ve yatağın üstündeki nevresimler kaldırılmıştı. Kapının önüne çıkıp koridordan geçen hemşirelerden birine yapıştı.
"147 numaradaki hasta. Nerede? Başka bir odaya mı taşındı? "
Hemşire gözlerini yere devirdi. Hafifçe iç çekti.
" Başınız sağ olsun. "
Kai, duyduklarına inanamıyordu bile. Kaldığı yerde yere çöktü. Elindeki çiçekleri sıktı ve hızlıca duvara fırlattı. Bir süre baktı baktı.. Daha sonra koridordan bir çığlık yükseldi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Kai. Tüm hastalar dışarı çıktı ve Kai'yi incelemeye koyuldular. Kai, bir feryat daha kopardı. Ellerini duvara vura vura ağlıyordu.
"Geç kaldım! Çok geç kaldım. Naeun-ah, şaka olduğunu söyle! "
Elleri kanamaya başlamıştı ancak Kai bunu umursamıyordu. Kimsenin de ona dokunmaya cesareti yoktu. Kanser, hastalarıyla dolu bu koridor ilk defa yaşamıyordu buna benzer sahneleri. Son defa da değildi Kai'ninki. İçi böyle parçalanan birini kim nasıl sakinleştirebilirdi ki?
Kai, Naeun'un odasına döndü. Bordo renkli koltuğa baktı. Geçen gece Naeun yataktayken o koltuğu çekip yanına oturmuştu. Yatağa oturdu. Elini nevresimsiz çıplak yatağın üstünde gezdirdi. O sırada gözüne masanın üstündeki defter ilişti. Naeun'a ait bir şey olduğunu baktığı anda anlamıştı. Onu iyi tanıyordu. Onu çok iyi tanıyordu Kai. Sayfaları yavaş yavaş çevirirken her sayfada geçen adını okudu. O hep ondan bahsetmişti. Ve biri daha vardı sayfalarda Chanyeol... Ne kadar Kai geçiyorsa o kadar Chanyeol geçiyordu. Kai, yıllar önce Chanyeol'ü seçtiği için nefret ettiği kız arkadaşının ona söylediklerini düşündükçe tekrar hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. O doğru söylüyordu. Chanyeol'ü sevdiği kadar Kai'yi de sevmişti Naeun. Her gün ikisininde gelmesini beklemişti. Eğer yapabilseydi, ikisiyle de evlenmek istediğini yazmıştı. Biriyle evlenirsem, diğerini düşünmeden yaşayabileceğimi sanmıyorum yazmıştı.
Chanyeol, o sırada Naeun'un kalan birkaç eşyasını toplamak için gelmişti. Sessizce ağlayan yatağın üstündeki Kai'yi görünce şaşırdı. Kai'de onu görmüştü. Geri kaçamazdı artık. Şuan onu en iyi anlayabilecek kişi de Kai'ydi. Chanyeol, Kai'nin yanına oturdu. Kai elindeki günlüğü yavaşça Chanyeol'ün üstüne bıraktı. O da aynı Kai gibi sayfaları çevirirken hıçkırıklara boğulmuştu.
Yavaşça fısıldadı: "Kai-ah, biz çok mu geç kaldık? Bizi her gün beklemiş. Ona çok geç kaldık Kai!"
Kai, Chanyeol'ün ensesinden tutup onu omzuna bastırdı ikiside hıçkırırken titriyordu.
Günlüğün son sayfasında yazan cümleler;
"Benim yüzüme çarpıp gerçekleri gösteren hafif rüzgar, onları rahat bırakmamı sağladığın için teşekkürler. Bensiz çok mutlu olacak iki güzel adam. Bu günlüğü hiç okumayacağınızı bile bile yazdım bu satırları. Bir gün başka bir yerde görüşmek dileğiyle. Umarım, bu sefer karşıma tek tek çıkarsınız. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TWO LOVERS
Short StoryÖne doğru atıldım ama birden hızlıca esen rüzgar yüzüme vurdu. Ve kulağıma fısıldadı. "Onu rahat bırak Naeun.Bitti." misookang