Sia - Chandelier
İsmim Siya. Rum kökenli bir isim. Annem ben doğmadan çok önce karar vermiş bana bu ismi koymayı. Bana hep güçlü birinin ismi gibi gelirdi. Bu yüzden bende güçlü birine dönüşmüştüm. Fiziksel açıdan yeterli bir güce sahiptim, sonuçta babam askerdi ve ona göre bir asker kızı bir asker gibi yetiştirilmeliydi.
Ben on iki yaşındayken başlamıştı eğitim vermeye. O yaşıma kadar sabah beşte kalkmak nedir bilmezdim, yorgun olmayı bile bilmezdim. Ama babam bana bunu da öğretmişti. Her sabah beşte kalkar, üç kilometre koşar, otuz şınav ve mekik çekerdim. Ağlayarak yapardım hatta, babamsa bana "Askerler ağlamaz! Kes ağlamayı!" derdi. Küçücük yaşımda gözyaşlarımı saklamayı öğretmişti.
Vücudum alışamıyordu bu yoğun tempoya. Çoğu kez hastanelik olmuştum, annem çok yalvarmıştı babama beni rahat bırakması için. Ama o Albert Partridge'di, kendi isteğine ulaşana kadar vazgeçmezdi. Bana vazgeçmemeyi de o öğretmişti. Sonra alıştım. Sabah beşte kalkmak zor gelmedi, koşmak, mekik veya şınav çekmek basit gelmeye başladı. İşte, babamın istediği askere yavaş yavaş dönüşüyordum.
Sonra parkurları öğretti bana. Yanında kıdemli askerlerinden bir adam vardı, bana gözetmenlik yapardı. O zamanlar babama; "Vücudu çok zayıf, bu şekilde giderse ölecek." demişti. Haklıydı, o yaşlarda kilom otuz beşti. Ama babam kimseyi dinlemediği gibi o askeri de dinlememişti. Bana zorla yemek yedirirdi, kussam dahi vazgeçmeden yedirirdi. Ağlayarak patates yediğimi hâlâ çok iyi hatırlıyorum.
Sonra biraz daha büyüdüm, artık silah kullanmayı öğrenme vaktim gelmişti. İlk kez silah aldığım günü hatırlıyordum, o üste olan hiçbir anı zihnimden silinmiyordu. Bazen beynimiz yaşadığımız şeylere katlanamaz ve bizi korumak için kötü anıları zihnimizden silerdi. Sanırım benim beynim benden nefret ediyordu, yaşadığım her kötü anı hatırlıyordum. Ve bu ruhumu paramparça ediyordu.
"Hedefe iyi bak Siya, tam kafaya nişan al." Ölü gibi bakan gözlerim biraz ilerideki hedefe bakıyordu. Kafasında kırmızı bir nokta vardı, oraya ateş etmem gerekiyordu, hedef kafaydı. "Bum." diye fısıldayıp tetiğe basmıştım. Hedefi vurmuştum, babamın yüzünde gururlu bir gülümseme oluşmuştu. Ama Yuki'nin gülüşü yüzünden silinmişti.
O yıl kabuslarım başlamıştı. Zaten yeterince uyuyamıyordum, artık sadece birkaç saat bedenim kapatıyordu kendini. Silah sesleri, denek çocukların çığlıkları, annemin ağlaması, kardeşimin sessiz çığlıkları ruhuma çok fazla gelmişti. Ben sadece normal bir aile olmak istemiştim. Asker olmak için doğmamıştım ki.
Bir sabah babamla konuşmaya çalıştım, ona "Ben asker olmak istemiyorum, sadece normal bir çocuk olmak istiyorum!" diye bağırmak istemiştim. Ama o liderdi ve onunla saygısızca konuşamazdık. Kendi babamız olsa bile...
Karşısına geçip ölü gözlerimle bakmıştım gözlerine. Benim gözlerim anneme çekmişti, onun mavi gözleri yorgun bakardı. "Asker olmak istemiyorum." demiştim sadece. Ellerimi iki yanımda yumruk yapmıştım, babamsa bana sertçe bakmış ve yanağıma okkalı bir tokat atmıştı. Cevabını bana tokatla vermişti, ne kadar istemesem de asker yapacaktı beni. Bu, bana uyguladığı ilk fiziksel şiddetti. Sonda olmamıştı.
Buradan kaçmalı ve o çocukları kurtarmalıydım. Bu yüzden onu polise şikayet etmiştim. Ama öyle güçlü bağlantıları vardı ki, paçasını kurtarmayı başarmıştı. Ve işte, ilk ceza aldığım gün o gün olmuştu. Beni kırmızı ışıklı ve suyla dolu bir odaya sokmuştu. Boğazıma kadar suya batmıştım, etraf zifiri karanlıktı ve kör olmuş gibiydim. Eğitim derdi o buna, seni önemsediğim için yapıyorum bunu... Bazı travmalar böyle başlardı işte, keşke önemsemeseydin beni dedirtirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Durdurulamaz
Teen FictionKaç. Saklan. Pes etme. Durursan, ölürsün. Siya, güçlerini babasından saklamaya çalışırken bir yandan da deney yapılan çocuklar için tedavi aramaktadır. Yolundaki engeller onu zorlasa da bu yolda aşkı ve dostluğu öğrenecektir. あ Kırmızı rengi sevme...