Herkese merhaba 🤗
Kafamın içine hoş geldiniz.
Ben Amélie.
Bölüme geçmeden önce buraya ve panoma güzel yorumlar bırakan herkesin ince ruhundan öpüyorum.
Hepiniz benim için çok kıymetlisiniz ve hiç tanımadığınız halde beni çok mutlu ediyorsunuz.
Sizi seviyorum.
İyi okumalar ♥︎
Spoiler Alert: Bölüm kaos içermektedir. Yazarınız fluff sevmiyor ve biz daha yeni başlıyoruz. 😈
********************************
Evren ayaklarımın altından tıpkı bir halı gibi çekildiğinde dengemi kaybettim. Gözlerimin önüne inen perde görüşümü kısıtlayınca biçare hemen arkamdaki odayı ikiye ayıran panele tutundum. Birkaç dakikamı daha düşlerimi lekeleyen yatağı izlemekle feda etmeyi sorun etmiyor, bilinçaltımdan somut dünyaya açılan kapının eşiğinde yönümü bulmaya çalışıyordum.
Yarı bilinçsiz sersem bir ruh haline girmiştim zira etrafımda neler döndüğünü anlayamamak beni tüketmişti. Uzun kalabalıkların arasında anne elini kaybetmiş bir çocuk gibi tanıdık bir sima arıyor sonunda pes ediyor ve üstüme gelen insan selinin arasında sarhoş olup sağa sola savruluyor gibiydim. Belirsizlik ve zihnimin bana oynadığı oyunlar beni öyle öfkelendiriyordu ki hemen şimdi şu panelin ardında oturan bağ eşime koşup sığınmak ve bu yükü birlikte sırtlanmak istiyordum.
"Taehyung iyi misin?" diyen derin sesi ulaştı kulağıma. Ne kadar süredir burada öylece dikiliyorsam merak etmiş olmalıydı. Garip bir umursamazlık dürtüyordu beni. Sanırım Prens'in yaklaşan adım seslerini duyduğumda sırtımı yasladığım yerden ayırmamı engelleyen de bu umursamazlıktı.
"Ne oldu sana böyle?" dediğini duydum. Uzun yıllardır migrenden mustaripmişim gibi güneş almayan odada yanan floresan bile gözümü alıyor başımı ağrıtıyordu. Prens Jeon ondan hiç beklemediğim bir ilgi ve sesine yansımış saf endişeyle yanıma geldi.
"Ellerin titriyor Taehyung. Bir şey mi oldu?"
Sıcacık avuçlarıyla ellerimi tuttuğunda neredeyse ağlayacak gibi oldum. Zira tam da o an farkına vardığım üzere beni bu kadar etkileyen şey hayatımda hiç görmediğim bu odanın rüyama girmiş olmasının tuhaflığı değil, bir rüyadan ibaret olmasına rağmen tek bir vücuda büründüğümüz o anlara olan muhtaçlığımdı. Sert vuruşlarına tezat bir şekilde şefkatle okşadığı saçlarımı; içimi şehvete boyadığı anda bile porselen bir bebekmişim de kırılırmışım gibi ehemmiyetle bakan ilgili gözlerini istiyordum. Bunları yaşayamayacak olmamdı gözlerimi dolduran.
"B-ben yalnızca..." Cılız sesimi kendim bile duymakta zorlandım.
"Gel otur şöyle." dediğinde yatağın hemen önündeki pufa oturmamı sağladı. Ellerimi bırakmış ve çalışma masasının olduğu bölüme geçmişti.
Onunla bir araya gelmemem gerektiğini biliyordum. Davranışlarımı garip bulacak ve benden uzaklaşacaktı. Sahi onu bağ eşini aramaktan vazgeçirmeye çalışırken ne düşünüyordum? En azından eşini arama bahanesiyle bir süre için de olsa yanında olabilirdim. Keşke aradığının ben olduğumu öğrendiği o acı verici hazin sonu olabildiğince ertelemenin ve o an gelene kadar da yanında kalmanın bir yolu olsaydı.
Elinde bir bardak su ile döndü. Titreyen ellerimle küçük yudumlar alırken yanıma oturmuş beni izliyordu.
"Yalnızca biraz başım dönüyordu efendim. Kansızlığım olduğu için sık yaşadığım bir durum. Sizi de endişelendirdim kusura bakmayın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OLTREMARE | TAEKOOK
Fantasy"O Lucian Jungkook Jeon'du. Ruhunuzu ürpertecek kadar soğuk ve ancak bir şeytan kadar masum görünüyordu fakat yine de avuçlarına kalbinizi seve seve emanet ederken tereddüt etmezdiniz." Bu kitap cadıları ele alan fantastik bir kurgudur. Bölüm uzunlu...