¹⁵ empistosýni

4K 514 579
                                    

Merhabalar,

Kafamın içine hoş geldiniz

Ben Amélie

Kitabı instagramda paylaşan, yayılmasına vesile olan, severek okuyan ve sabırla bekleyen herkesi öpüyorum çokça ❤️‍🔥

Sizi seviyorum ve galiba sandığınızdan daha çok

İyi okumalar

♥︎


Tedirginim. Korkunun tüylerimi ürperten o soğuk nefesini hemen kulağımın ardında hissediyorum. Sonu gelmez karanlığın orta yerinde önümü göremeden ilerlerken tetikteyim. Ellerimi kaldırıp boşluğa uzatıyor ve etrafımda kimse olmadığından emin olmaya çalışıyorum.

"Kimse yok mu?" diye bağırdığımda sesim yankılanıp cümlemin üç defa tekrar edilmesine sebep oluyor. Gözlerimi sıkıca yumup tekrar açarken belki de görme yetimi kaybettiğim için karanlıktayımdır diye düşünüyorum fakat bu içimi rahatlatmıyor aksine daha da panik oluyorum.

Uzaktan çok uzaktan bir su damlasının yere düşme sesi geliyor kulaklarıma. Basık ve nemli atmosfer nefes almamı zorlaştırıyor. Bir çeşit mağarada olabilir miyim?

Başımı kaldırdığımda renkleri görmeye başlıyorum. Tıpkı bir yılan gibi havada sürünerek ilerleyen lacivert rengi açık bir maviyle buluşuyor. Kavuştukları anda patlayan ışık gözümü alıyor. Ellerimi ışığın önüne siper edip yere çömeliyorum. Işık huzmeleri karanlıkta yanıma ateşten birer ok gibi düşüyor.

Nihayet parlaklık yerini loş bir kızıllığa bıraktığında ellerimi çekiyorum gözümün önünden. Sanki bir fırça darbesi vurulmuş gibi bulutlar yıldızlara, yıldızlar güneşe karışmış. Bu haliyle gökyüzü bana Van Gogh'un yıldızlı gece tablosunu anımsatıyor.

Çömeldiğim yerden dizlerime tutunarak ayağa kalkıyorum. Avuçlarıma dizlerimden toprak bulaşıyor. Afallayarak yere baktığımda toprak bir zeminin üstünde durduğumu fark ediyorum.

Kaşlarım iyice çatılıyor, midemde garip bir ağrı var. Titreyen dizlerimle ürkek bir adım atıyorum, ilk adımımı bir diğer adım takip ediyor. Bir yandan çevreme bakınırken bir yandan da "Herkes nereye gitti? Jungkook!" diye bağırıyorum. Kimsenin sesini duyamadığım gibi başımı döndüren gökyüzü ve toprak zemin dışında hiçbir yeri göremiyorum. Ağladı ağlayacak gibi koşmaya başlıyorum. Gücüm tükenene kadar koşuyor ve bir yandan da ruh eşime sesleniyorum.

Karanlığın içinden uzanan bir el bileğime sarılıp beni kendine doğru çektiğinde tam da boğulmak üzereyken su yüzüne çıkmış biri gibi derin derin nefesler alıyorum.

Büyüyen gözlerimin odak noktasında bağ eşim var. Sanki az önce beni çeken o değilmiş gibi uzakta duruyor ve bana gülümsüyor. Tebessümünde gelecek günlere olan özlemini, yaşanan günün telaşını ve bana olan sevgisini saklıyor sanki. Üzerinde kırmızı, apoletlerinden zincirler sarkan dizlerinin üstüne gelen altın düğmeli bir ceket var. Yaka kısmına baktığımda kraliyet armasını görüyorum. Bu üniformanın kraliyet düğünlerinde giyildiğinden eminim.

Kendi üstüme bakmak için eğildiğimde benim de aynısının beyaz renkli olanını giydiğimi fark ediyorum. Bir çeşit düğünde miyim?

Merakla etrafa göz gezdirdiğimde çok eski bir katedralin ortasında mihraba uzanan kırmızı bir halının üstünde durduğumu görüyorum. Kilisenin cilalanmış uzun sıralarında çocuk yaşlı fark etmeksizin onlarcası oturuyor ve pür dikkat beni izliyorlar. Tarihi bir ana tanıklık etmenin sevincinin yanında gözlerinde gördüğüm bir nebze küçümseme ve biraz olsun hasetlik. Yetişkinlerin garip yüz ifadelerinin aksine çocuklar ellerinde birer çiçek demetiyle bana bir periymişim gibi hayranlıkla bakıyor.

OLTREMARE | TAEKOOKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin