11. Let It Kill You

4.6K 334 216
                                    

y/n: heeeeeeeeeey, buradan uzunca bir süre pılımı pırtımı toplayıp gitmeden önce size bir görüşürüz hediyesi vermek istedim o yüzden şimdi kucaklarınızı açın ve bu 2.5K'lık hiçbir işe yaramayan geçiş bölümünü bir güzel sarıp sarmalayın. Şimdi ben önümüzdeki bir ay kampa gireceğimden dolayı buralarda olmayacağım bunu da gidiyorum ama beni unutmayın adı altında bir vaat olarak kabul edin, dönüşüm muhteşem falan olmayacak. (ama döneceğim)

uyarılar: hiiiiiç smut falan yok, ama ben plot namına bir bok bilmediğim için o da yok. Bu sadece işaretleme olayını elimden geldiğince olay örgüsünün etrafında size anlatmaya çalıştığım bir kısa bölüm. Ama tabii ki buradan kafası karışık ayrılanlar olacak (hayır sorun sizde değil konu plot olunca insanların kafasını karıştırmakta çok yetenekliyimdir) o yüzden eğer yaau hiçbişe anlamadım diyorsanız bana mesaj atabilirsiniz böylece bende o boşlukları gelecek bölüm doldurabilirim.

Bir küçük not daha: baştaki depresif sevgilisinden ayrılmış tumblr kızı Harry motifleri tamamen dont let me go'dan çalınmıştır, hatta gözünüzü dört açıp okursanız şarkı sözlerini bile bulabilirsiniz (bulana kurabiye vereceğim) bu arada mesaj kutum hep açık, gidiyor olabilirim ama bu iletişimi keseceğim anlamına gelmiyor soooooo come say hi x



-

İlk seferinde, Harry hazırlıksızdı.

Louis'nin gecenin bir yarısı penceresinin önüne dikildiğini uykusundan uyanıp su içmek için kalktığında fark etmek ona büyük ihtimalle birkaç organa ve yüklü bir miktarda da sağduyuya mal olmuştu çünkü o hazırlıksızdı. Profesyonel olmayan bir şekilde hem de.

Elini deli gibi atan kalbinin üzerine koymuş, aklına gelen her küfrü saniyede saymış ve sonra da suyunu içmişti.

Hiçbir şey olmamış gibi davranmakta çok yetenekli olduğunu keşfetmişti o gece sırtını penceresine dönüp uykusuna devam ederken.

Pek öyle filme falan benzemiyordu bu durum. Yani odasında freebase çekmiş gibi onu dikizleyen sapık bir Robert Pattinson varmış gibi hissetmiyordu. Sadece Louis'ydi. Suçlu bir yavru köpek gibi pencere pervazına tünemişti.

Penceresinden gelen çatırtıları duyana kadar gözleri açık, masa lambasını inceliyordu, Louis'nin hiçbir güçlük yaşamadan penceresini açıp içeriye daldığını fark edince gözlerini yumdu çabucak.

"Uyumadığını biliyorum, Haz. Kalbin çok hızlı atıyor."

"Sadece kibarca başımdan gitmeni söylüyordum, psikopat ucube."

Louis'nin yatağına yaklaşan adımlarını dinledi. "Seni dikizlediğim için üzgünüm, çok güzel uyuyordun ve yanına gelip seni korkutmak istemedim."

"Evet, bir kabus gibi penceremin önünde sessizce dikilmen beni hiç korkutmadı. Keşke biraz da şarkı falan mırıldansaydın, belki kalp krizi bile geçirirdim kim bilir."

Louis'nin ağırlığı bazasını çökertince hızla gözlerini açtı. Çok geçmeden buklelerine dolanan parmaklarını hissetti. Kahretsin. Nasıl oluyordu da dünyanın en soğuk kanlı yaratığı onu minicik bir dokunuşla böylesine ısıtabiliyordu?

Hızla doğrulup ona döndü. Louis bir eli havada, diğeri yastıkta, iri gözleriyle ona bakıyordu. Harry bu kadar suçsuz ve masum görünebilmesinden nefret etti.

"Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdı sinirle. Bacaklarına dolanan yorganını göğsüne doğru çekti. Onu yatağında istemiyordu. Odasında da öyle. Etrafında ve hayatında da. Onu sevmiyordu.

with the moon i runHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin