"Allah'ın yunanı gelmiş göz altında sigara içiyor bir şey demiyorsunuz! Ben burada kendimi savununca mı suçlu oluyorum?"
"Beyfendi lütfen sigaranızı söndürün"
Ömer komiserin ısrarıyla sigarasını masaya bastırarak söndürdü. Rahatlaması için yardımcı olsa da yüzündeki yaralara hiç iyi gelmiyordu. Sandalyesinde öne doğru eğilerek konuya dahil oldu.
"Bakın, ben yurt dışından geliyorum. Haklarım ihlal edildi ve kültürel değerlerime hakarette bulunuldu. Şiddete başvurduğum için üzgünüm"
"Tamam Ömer bey, bu konu hakkında tutanak tutacağız. Lütfen sakin olun"
Memur çekmeceden bir kaç kağıt çıkardığında yanındaki genç öne atıldı.
"Ne tutanağı ya, istemiyorum ben tutanak tutmanızı"
Ömer ilk defa ona katıldı.
"Bunu söylediğim için kendimden nefret ediyorum ama haklı, önemli bir dünya turundayım ve böyle basit işlerle uğraşamam"
"Evet!hem" Genç sandalyesinde yana kayıp ona doğru eğildiğinde Ömer kendini uzak tutamadı. Kolları omuzlarında dururken, saçları yüzünü gıdıklıyordu. Bir kaç saat önce yumruk yumruğa kavga etmişlerken şimdi neredeyse sarılmak üzerelerdi.
"Biz dünya barışından yanayız" Ellerini birbirinde birleştirdi. "Türk Yunan kardeştir"
Ömer hırıltılı bir şekilde nefes verip gencin duymasını beklemeden mırıldandı.
"Bu yalakalık ruhu da Türk damarlarından geliyor galiba"
"Yaptığım türk yemeğini yerken öyle demiyordun ama. Tüm geceni parmaklıklar ardında geçirmek istemiyorsan çeneni kapat"
Bir şekilde genç adam onları ikna etmeyi başarmış ve herhangi bir sorun olmadan merkezden ayrılmışlardı. Kapının orada bir kaç saniye durup birbirlerine baktılar. Ardından ikisi de aynı anda döndü ve ayrı yönlere gitmeye başladılar. Ömer bu çocuğu bir daha göremeyeceği için mutluydu.
Aydınlanan havaya baktığında otele gidip sabaha kadar dinlenme fikri aklını cezbetti. Sabah olduğunda bisikletini alır ve tura devam ederdi. Bisiklet!
Kavganın heyecanıyla bisikletini orada bıraktığını hatırladığında kendine küfretti. Nasıl böyle bir aptallık yapabilmişti? Ceplerini yoklayıp telefonunu çıkardığında son girilenlere baktı. Konum bilgisi çoktan silinmişti.
Bisikletini bulmak için ona ihtiyacı olduğunu fark ettiğinde gözleri ana caddeyı taradı. Sokağı dönmeden önce o tanıdık bedeni gördüğünde gözlerini üzerinden ayırmadan koşmaya başladı. Yanına yetişip avucunu kürek kemiğine yerleştirdi. Bu garip bir dejavu yaşatmıştı. Genç ona yüzünü döndüğünde patlamış dudağını ve kaşındaki kurumuş kanı gördü. Onun yardımına ihtiyaç duysa da içindeki asıl şey suçluluk duygusuydu.
Genç ilk önce savunma amaçlı korkuyla elini kaldırsa da sonrasında daha sakin davrandi. Bu Ömer'in kalbini yumuşattı.
"Yine ne var?"
Ömer gerginlikten tırnaklarını avucuna geçirmeye başladı.
"Ben sadece- şey bisikletim senin dükkanının orada kaldı. Yoluma devam edebilmek için ona ihtiyacım var. Anlarsın ya"
Genç bir süre yüzüne baktı ve ardından omuz silkip ellerini cebine koydu.
"İyi, yürü o zaman"
Peşine takıldı ve sessizce yürümeye devam ettiler. Ömer bir süre daha onu incelemeye devam etti. Gerek tarzıyla, gerek konuşma şekliyle gayet beyfendi bir üniversite öğrencisini andırıyordu. Ömer onun çalışmak durumunda kalma ihtimali üzerinde düşündü.
Dükkanın arka tarafına vardıklarında Ömer ondan biraz uzaklaştı ve bisikletini koyduğu masaya ilerledi. Onun yerinde yeller estiğini gördüğünde öfkeyle gence döndü.
"Bisikletim nerede?"
O da en az kendisi kadar şaşkın duruyordu.
"Bilmiyorum"
...
"Az önce kavga ettik ve şimdi beraber çay mı içiyoruz?"
"İçimde biraz anlayış var merak etme, bu soğuk havada seni öyle bırakmam"
"Yardımına muhtaç değilim"
"Kalk git o zaman"
Ömer gençten aldığı hırkaya daha da sarılarak kalkmayı reddetti. Gün doğumunda otobandan geçen arabaları izlemek gayet rahattı.
"Sen neden gitmiyorsun peki?"
"Gece boyunca karakolda kaldığım için şimdi eve gitsem saatlerce uyur ve dükkanı açamam. Erken saatte mesai gibi düşün"
Ömer elindeki çay bardağını avucunun arasına alarak ısınmaya çalıştı. Gencin gözlerine bakmak için yeterince cesareti olmadığından başı yere eğikti. Bir yandan sabah olmasını ve karakola gidip bisikletinin çalındığını ihbar etmek istiyorken bir yanı burada saatlerce oturabileceğini bağırıyordu.
"Seninle sohbet etmeye meraklı değilim ama ismin nasıl Ömer olabiliyor?"
Çayı bir kenara bırakıp hafifçe gülümsedi.
"Benim dedem Türk, yani öyle tam Yunan değiliz. Sadece annem babam falan. Doğduğumda ailede büyük bir kavga çıkmış ve dedem yüzünden bana Türk adı koymuşlar"
Ardından kafasını kaldırdığında onu merakla dinleyen derin gözlerle karşılaştı. Sertçe yutkunup konuşmaya devam etti.
"Bak, sandığının aksine Türklerden nefret etmiyorum. Kavga etmemiz bile çok saçmaydı"
"E zaten, aksini iddia eden yok"
Genç adam elini uzattığında Ömer de aynısını yaptı. Bir kaç kez havada sallayıp bıraktılar. Bu garipti.
Ardından boş çay bardağını alıp dükkanın içine girdiğinde Ömer önüne döndü. Güneş tam anlamıyla doğduğunda ayaklandı. Öylece gitmek içine sinmedi. Veda etmesi gerekiyordu değil mi?
Kapıyı açıp içeri girdiğinde onu masaya yasladığı kolunun üstünde uyurken buldu. Yanağı garip bir açıyla dururken, dudakları hafif aralıktı. Nedense tatlı görünüyordu. Üstündeki hırkayı çıkardı Ömer. El yapımına benziyordu ve kendisinde kalmasını isterdi. Yine de bunun mümkün olmayacağını bildiği için ona yaklaşıp hırkayı omuzlarını bıraktı.
Dükkanı taradığında boş bir kese kağıdına ilişti gözü. Tezgahta duran kalemi alıp üstüne küçük bir not bıraktı.
Ardından gence son kez bakıp dışarı çıktı. Üstündeki ince kıyafetler yüzünden titrerken karakolun yolunu tuttu.
...
[ Sonraki bölüm için aşırı iyi fikirlerim var ]
ŞİMDİ OKUDUĞUN
what the fuck? -porgola ( DEVAM EDECEK)
Ficción General"Normal bir sokak satıcısı hayatıma nasıl girebilir ki diyorsun ve olan oluyor işte"