𝕲𝖊𝖗ç𝖊𝖐𝖑𝖊𝖗

1.5K 145 149
                                    

Uyarı⚠️: Diğer bölümlerde bile duygulanan bebeklerim, bu bölümde peçeteleri yanınızda bulundursanız iyi olur.

Keyifli okumalar...






Bir ağustos ayında görmüştüm onu ilk. Ürkek bakışlarıyla yalnız başına duruyordu öylece. Yanına gitmek için düşünmedim bile. O zamanlar içimde beliren heyecanın nedenini anlayamıyordum. Yeni bir arkadaş edinmenin verdiği mutluluk sanıyordum bunu. Değildi. Büyüyünce anladım.

Onun bana bakışlarını gördüğümde anladım. Mutluydum. Hislerimizin karşılıklı olduğunu anladığım için içim içime sığmıyordu. Her günüm ona hislerimi nasıl söyleyeceğimin planlarını yaparak geçiyordu. On yedi yaşımda yüzleştiğim hislerimi ona söylemenin güzel yollarını aradım. Evet on yedi. Geç fark ettim. O zamana kadar da onu sayısız kez kırdım. Başkalarına güldüm, başkalarını sevdiğimi söyledim,başkaları içim ağladım. Daha doğrusu o öyle sanıyordu. Başkasını sevdiğimi söylerken ona olan sevgimi söylüyordum,başkasına ağladığımda aslında ona ağlıyordum. On yedimde artık bunu yapmayacağımın sözünü verdim kendime.

Her şeyi ayarladım. Tanıştığımız elma ağacının altına çağıracaktım onu ve sevdiğimi söyleyecektim. Olmadı. Gözlerimi bir hastane odasında açtığımda rüyadayım sanıyordum. Hiçbir şey hatırlamıyor, buraya nasıl geldiğimi bile bilmiyordum. Kulaklarım çınlıyordu,kısık sesler duyuyordum zar zor. Annem ağlıyordu.

"Doktor bey bunun bir şaka olduğunu söyleyin. Yalvarırım size."

"Malesef. Üzüntünüzü anlıyorum ama hiçbir şey için geç değil."

Ne için geç değildi? Annem neden ağlıyordu? Doktor neden bahsediyordu? Bilmiyordum hiçbir şey. Anlamakta güçlük çekiyordum. Gözlerim uykuya yenik düşüyordu.

O günden sonra bana hiçbir şey söylemediler tabi. Fakat bir gün annem ile babamı konuşurken duydum.

Beyin tümörü. İkinci evre.

O an kaybolduğumu hissettim. Hayat bana hamlesini yapmıştı. Planladığım her şey suya düşmüştü. İlk aşkıma gidemememin nedeni de buydu.

Kimseye söyleyemedim. Ailemle dahi bu konuyu konuşmadım. Her sabah hastaneye gittim, sonrasında da onlarla hiçbir şey yokmuş gibi takılmaya devam ettim. Anlamadılar. Bu işte iyiydim sanırım. Üç yıl boyunca yalnız savaştım bununla. İstemedim onları da bu girdabın içine çekmeyi. Jimin üzülecekti, Jimin kahrolacaktı, benim için yıpranacak ve yorulacaktı. Yapamazdım bunu. Görmezden geldim,
bilmezden geldim. Aşkına kör ettim kalbimi. Kendi aşkıma da.

Mektuplar yazdım ona,her duygumu kağıtlara döktüm. Sonrada kendimden bile gizledim onları. Taa ki Hoseok ansızın bize gelene kadar. Masamın üzerinde bıraktığım mektup kutusunu görmüştü ve ben içeriye gidip bize içecek bir şeyler alana kadar da birkaç tanesini yanına almıştı.. O kadar çok mektup vardı ki kaybolanları fark etmemiştim.

Jimin'in attığı mesajı gördüğümde anlamıştım ters bir şeyler olduğunu. Sırasına 'senin için' yazılı çiçekler bırakıldığını söylemişti. Bu benim hayalimdi.. Ben yapacaktım ona. Her gün ona çiçekler alacaktım,ona olan sevgimi anlatan mektuplar bırakacaktım. Başlarda sinirlendim. O kişinin kim olduğunu bulmayı istedim ama Jungkook'un bulduğu mektup ve içinde yazılan cümleleri okuduğumda dank etti kafama bazı şeyler.

Hoseok olduğunu hemen anlamıştım. Odama girdiği gün gelmişti aklıma. Hemen onu yanıma çağırıp Jimin'e hiçbir şey söylememesi için yalvarmıştım. Söz vermişti. Ondan sonra işler sarpa sardı.
Seçmeli dersimde fenalaşıp bayılınca Soojin ile tanıştım.Ondan bu durumu kimseye söylememesini rica ettim, kabul etti. Benimle ilgilendi. Biraz samimiyet kurunca da her şeyi baştan sona anlattım ona. Jimin'i kendimden uzak tutmak için yaptığımız planda o an başladı. Yanlıştı belki ama yapacağım başka bir şey de yoktu. Bu hastalığın nereye gideceğini bilmiyordum. Üç yıldır güya bir sorun yoktu ama ben hala mücadele ediyordum. Doktorlar hiçbir şey söylemiyordu. Yaşamaktan bile zevk almıyordum artık. Çünkü Jimin'i kırıyordum, onu üzüyordum. Kendi mutsuzluğum umrumda değildi ama o... o mahvoluyordu.

Ve işte sonunda benden gitti. Bunun için çabalarken, neden böylesine berbat hissediyordum o zaman? Mutlu olmasını isterken,canım neden yanıyordu? Ondan hiç ayrı kalmadığım için yokluğunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Gittiğinde anladım. Soğuktu yokluğu, karanlıktı,güneşsizdi.

Hiç hissetmedi ne kadar kırgın olduğumu. Cenaze taşımak gibi ölü bir ruh taşıyordum içimde. Köşeye geçmiş, yüzü duvara dönük bir çocuk gibi ağlayasım geliyordu, bilmiyordu.(*)

Bunun için kızamazdım ona. Ben istedim böyle olmasını, ben uzaklaştırdım, ben ittim. Hepsini ben yaptım. O halde neden daha kötü hissediyordum? Ölmek bile sorun değildi ama onsuz olmak... Nasıl anlatılırdı bilmiyordum.

Ona sarılmanın nasıl bir duygu olduğunu unuttum,onunla gülmenin,onunla hayaller kurmanın... O belki gittiği yerde mutluydu ama ben kaldığım bu yerde hiç mutlu değildim. Elim çoğu kez telefonuma gidiyordu. Her şeyi anlatmak, ona ağlamak, içimi dökmek istiyordum ama olmuyordu, yapamıyordum. Arkadaşlarım ona kırgın olduğum için yazmadığımı düşünüyordu. Öyle değildi. Kendime kırgındım ondan ziyade. Yazarsam, şimdiye kadar çabaladığım her şey boşa gidecekti. Yazmasam, hastalıktan değil de onsuzluktan ölecektim.

Bir gün olurda iyileşirsem affeder miydi beni? Yoksa geç mi kalırdım ona gitmek için? Muhtemelen affederdi ama ben yine de geç kalmış olurdum. Kaçıp gidemeyecek kadar korkaktım. O benden daha cesurdu her zaman. Gidişi bunu kanıtlamıştı. Kaçmak,bazen korkak olduğumuz için değildi, kendimizi bulmak içindi.

Canım fazla acıyordu, ilacım benden uzaktaydı. Gözleri burada değildi. Ona baktığımda her acım dinerdi oysa. Yaşamayı mı istiyordum yoksa ölmeyi mi? Karar veremiyordum. Tek bildiğim onu istediğimdi. Yaşayacaksam da öleceksem de.

Ne güzeldik çocukken. Geriye dönebilseydim korkmazdım bu kez. Elinden tutup meydan okurdum hayata. Daha cesur olur, onu korurdum. Her yıl Ağustos ayında çantalarımıza elma koyanın o olduğunu bildiğimi söyler, sarılırdım ona. Aşkına asla kör olmadığımı, ona ait her şeyi gördüğümü söylerdim. Küçükken verdiğim o çiçeğin sadece onun için olduğunu söylerdim. Diğerlerine tepkisinden çekindiğim için aynı çiçekten verdiğimi söylerdim. Başına güneş geçmesin diye verdiğim şapkanın etiketinde onun adının yazılı olduğunu söylerdim. Benim canım acıdığı için vurduğu taşı, sırf ayağı değdiği için hala sakladığımı, o düştükten sonra bisiklete bir daha hiç binmediğimi söylerdim. Bana 'Yoongi Min' denilmesinden aslında nefret ettiğimi, çocukken sadece şaka yaptığımı ama o söylediği için artık adımı böyle sevdiğimi söylerdim.

Ama şimdi karşıma çıksa söyleyeceğim tek cümle 'Özür dilerim' olurdu. Yaşattığım her acı için,döktüğü her gözyaşı için,ona yalan söylediğim her an için özür dilerdim. Ayaklarına kapanır af dilerdim belki de.

Geç kaldım. Hayata, aşka, en çok da ona. Kavuşmaya,sevmeye, seni seviyorum demeye geç kaldım. O gitti,ben kaldım. Kimsesiz kaldım, yalnız kaldım, ağladım gecelerce onsuz kaldım. Artık dileyeceğim tek şey onun mutlu olmasaydı bu hayatta. Benimle veya değil. Sonsuz mutluluklar uğrasın istiyordum kalbine. Ona yaşattığım her mutsuzluğun yerini, güzel şeyler doldursun istiyordum. Başka bir isteğim yoktu.

Yalan söyledim. Ben Jimin Park'ı istiyordum.




Bu bölümde Yoongi Min'e özür borçluyuz sanırım. :(

Sizi çok seviyorum. Dünden çok, yarından az, en çok bugün. 💜

Kendinize iyi bakın ve aşkla kalın.🧷🌼

𝑷𝒖𝒑𝒑𝒚 𝑳𝒐𝒗𝒆 | 𝒀𝒐𝒐𝒏𝒎𝒊𝒏Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin