1. Bölüm: Kaçırılma

506 26 14
                                    

1995, New York.

   O gün, hastanede telaşlı bir koşuşturma vardı. Neredeyse herkes tek bir bebek için perişan olmuştu. Sedyenin üzerine uzanmış kadın, sağında iki yıllık aşkı, hayat arkadaşı, solunda ise yıllardır tanıdığı ve 'kardeşim' dediği ajanla beraber ameliyathaneye doğru götürülüyordu aceleyle. İkisi de karnı burnunda olan güzel kadına destek adına, en az onun kadar güzel olan dileklerde bulunuyor, her şeyin iyi olacağını söylüyorlardı.

   Ameliyathanenin kapısına yaklaştıklarında doktor onlara içeri giremeyeceklerini söylediğinde ısrar etmediler. İkisi de saatler sonra doğacak küçük bebeğin iyiliğini istiyorlardı. Bir kaç  saat sonra karanlık ve belkide onlarca insanın ölümüne şahit olmuş ameliyathane kapıları yavaşça açılmaya başladı. Pür dikkat o kapıları izleyen adam, daha önce onu bu kadar korkutan hiç bir şey hatırlamıyordu. O da biliyordu ki, korkunç olan şey kapılar değildi, ilk ve son aşkının orada daha doğmamış kızıyla birlikte can vermesiydi. Fakat sonra, o şeytani kapılar ardına kadar açıldı ve yüzünde mutluluğunun simgesi olan geniş gülümsemesiyle bir doktor çıkageldi. Ortamdaki altı kişi işlerin yolunda gittiğini hemen idrak edebilse de, Bay 'ben bir dehayım' hâlâ ne olup bittiğini çözmeye çalışıyordu. İlk defa kendini bir aptal gibi hissediyordu. Zaman onun için daha yavaş akmaya başlamıştı sanki, kimseyi duymuyor gibiydi. Doktor yanına gelip konuşmaya başladığında henüz yeni kendine gelebilmişti.

"Size güzel haberlerim var, Bay Stark. Doğum süreci biraz zor olsa da başarılı geçti. Bayan Stark'ı az sonra görebilirsiniz efendim."

İşte o an hissetti ki O'ndan mutlusu olamazdı. Fakat istediği tek şey karısını ve kızını alıp ekibiyle beraber kuleye dönmekti. Umuyordu ki bir sorun çıkmadan kızını görebilirdi. Şimdiden minik meleğinin yüzünü hayal edebiliyordu sanki. Gözlerinin annesinin gözleri gibi olmasını istiyordu. Daha önce hiç bir yerde görmediği kadar güzeldi genç ajanın gözleri. Zaten onu ilk gördüğünde gözlerine odaklanmıştı, o kadar güzellerdi ki... Ama şu an bunları düşünmenin yersiz olduğunu anlayıp gerçekliğine geri döndü. Doktor çok fazla uzaklaşmadan ondan sorularının cevaplarını aldı.

   Bulunduğu koridordaki ilk sağa yönelince gördüğü ilk kapıdan aniden içeri girdi. Gördüğü manzarayla yerinde dondu resmen. Hayatında gördüğü en güzel şey olabilirdi. Tony'nin karşısında tüm güzelliğiyle hayatının aşkı ve kucağında da tatlı bir bebek ona bakıyordu. İyi, güzel, peki ama... Adı ne olacaktı? Bunu daha önce düşünmemişti, ve sormaya karar verdi.

"Bella?"
"Evet, Tony?"
"Adı... Ne olacak?"
"Patricia Anastasia. Güzel, değil mi?"
"Kesin-likle, harika."

Tony titreyen elleriyle kızını kucağına aldı. Beyaz teni, sarı saçları, uzun kirpikleri, küçük bir burnu ve orman yeşili çekik gözleri vardı. Patricia bir çok özelliğini annesinden almıştı. Yüz hatları ve burnu hariç tabi. Büyüdüğünde çok güzel bir kız olacağını biliyordu. Ve ona türlü kıskançlık krizi yaşatacağını da.

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

6 yıl sonra
Avengers Kulesi

"Doğum günü kızı nasılmış bakalım?"
"Harikayım Nat teyze!"
"Ah- Hadi ama Jr. Bella! Bunu konuşmuştuk, bana 'teyze' demek yok, anlaşıldı mı? Ama istersen Steve'e dede diyebilirsin tabii."
Küçük kız gülerek cevap verdi Rus ajana. "Oluurr, ama bir şartım var."
"Nedir o?"
"Sen de bana 'Jr. Bella' demeyi bırakacaksın."
"Pekala, Patricia. Barış sağlandı mı?"
"Evet sağlandı!"
"Harika! Hadi gidelim."
"Nereye gideceğiz?"
"Gidince görürsün."

Patricia olacakları tahmin edebiliyordu tabi. Muhtemelen ona sözde 'sürpriz' olacak bir doğum günü partisi hazırlamışlardı. Ama Natasha onu oyalamaya çalışırken diğerleri Patricia'ya gözükmüşlerdi. Fakat o, belli etmemeye çalışıyordu. Başarılıydı da. İçinden 'Eğer Nat teyzem anlamadıysa kimse anlamaz' diye geçiyordu. Haklıydı, yine. Tüm Avengers biliyordu ki Patricia yaşına göre oldukça zeki ve olgundu -bazı durumlar hariç-. Ve gayet iyi dövüşüyor, rol yapıyor, yalan da söyleyebiliyordu, ve evet bunları da her ne kadar diğerleri sonuna kadar karşı çıksa da Natasha öğretmişti. Pişman da değildi gerçi. Biliyordu, bir gün Patricia'da annesi ve Nat teyzesi gibi ajan olmak isteyecekti. Bunları herkesin aksine geleceğe ufak bir yatırım olarak görüyordu. Fakat o gün, beklenmeyen bir şey oldu. Patricia Anastasia Stark'ın hayatını değiştirecek bir şey...

Nat ile beraber ortak salona giderken büyük bir patlama oldu. İkisi de ayrı yönlere savruldu. Tony'nin, kızının adını haykırışları tüm kuleyi doldurdu. Patricia'nın görüş açısına giren ilk kişi Bucky idi. Barnes baskını yapanların kim olduklarını hemen anlamıştı tabi ki. Nasıl anlamayacaktı ki? Tüm kabuslarını onlar süslüyordu. Hydra ajanları. Yıllar sonra, ilk kez 2. bir baskın yapmışlardı. Bunun bir öncekinden tek farkı, kimsenin hazırlıklı olmamasıydı. Kız sessizce ağlıyordu. Kimsenin duymaması için hıçkırıklarını eliyle bastırmaya çalışıyordu. Ama kısmen başarısızdı.

Bucky Patricia'yı kucağına aldı. Toz duman arasında Natasha'yı bulmaya çalışıyordu bir yandan da. Ama onu bulamayacağını anlayınca tamamen Patricia'ya odaklandı. Salondan çıktığında gördüğü ilk odaya girdi. Burası Steve'in odası olmalıydı, eskilerden kalma fotoğraflar bunu açıkça ifade ediyordu. Bucky Patricia'yı yatağa bıraktı. Ardından konuşmaya başladı.
" Burada kal Patricia. Sakın ses çıkarma olur mu?"
Patricia sadece başını sallamakla yetindi. Bucky odadan ayrıldığında yorganın altına girdi. Bir şeylerin kırılmasını ve silah seslerini duymamaya çalıştı.

   Fakat saniyeler sonra kapı kırılarak açıldı. Patricia o kadar korkmuştu ki nefes almayı bile bıraktı. Ama sonunda, tüm ekibin korktuğu gerçekleşti. Ajan kızı fark etti ve yorganı üstünden 'attı'. Küçük Stark'ın korkmuş ve dolu gözlerle ona baktığını fark edince sırıttı. Ardından Patricia çığlıklar atmaya başladı. Adamın koluna vuruyordu ama hiç bir etki etmiyordu. Neyseki kapıdan çıktıkları anda bir bıçak ajanın boynuna saplandı. Lakin diğer Hydra ajanları bunu görür görmez Patricia'nın yanına ulaştılar. Avengers henüz onları oyalayanları alt edememişken, onlarca ajan daha geliyordu. Ama sonunda Hulk etrafındakileri farklı yerlere savurdu. Diğerlerini de yenmeye çalışırken geri kalan Avengers silahsız olduklarına lanet ediyorlardı. Natasha ve Bella bıçaklarla, Tony zaten her acil durumda aniden gelen zırhıyla, Kaptan sadece kalkanıyla ve Bucky de yumruklarıyla mücadele ediyordu. Clint zaten kulede değildi, ama muhtemelen orada olması da pek bir yardım sağlamazdı.

      Avengers nereyse tüm ajanları etkisiz hale getirmişlerdi. Kalanlarla Hulk ilgilenirlen Bella'nın aklına savaşırken sürekli onun için endişelendiği kızı geldi. Tam ayağa kalkmıştı ki gözleri korkuyla büyüdü. Ya Patricia'yı kaçırdıysalar? Kulede kırma-dökme sesleri dışında çıt çıkmıyordu. Bütün bunları düşününce gözleri karardı, tam düşecekken duvara tutundu ve kimseye söylemeden kuleyi dolaşmaya başladı. Bir yandan kızının adını sesleniyor, diğer yandan da kötü bir şey olmadığına inandırmaya çalışıyordu kendini. Yaklaşık on dakika sonra kulede Yenilmezler dışında kimse olmadığını anlayınca ağlamaya başladı. Tony ve Natasha hemen Bella'nın yanına, yere çöktüler. Tony Natasha'ya bakıp 'ne oldu' anlamında kafasını iki yana sallayınca Nat cevap verdi.

"T-tony"
" 'Tony' ne?"
"Kızın..."

🐍




Bölümü yazmak için üç gün uğraştım -üşengeç olduğum doğrudur-  ama güzel olduğunu düşünüyorum. Ve umarım ilk bölümü okumadan önce 'Ön Bilgilendirme' kısmını okumuşsunuzdur. İlk orayı okursanız her şey daha mantıklı olacaktır.

Ayrıca oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz çok sevinirim Lokipoplar .d

________________________________________

Soruları alalım o zaman  👉🏻👉🏻

Whatever It Takes| Loki LaufeysonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin