14-) Suç Üstü

399 39 4
                                    

Bölüm On Dört

"Suç Üstü."

ф

''Ağzını sıkı tutsan iyi olur.''

Sırtım, soğuk zemini yalıyor ve kollarım iki yanımda cansız bir mankene ait uzuvlarmış gibi sallanıyorlardı o pantolonunun fermuarını çekerken.

''Susmaktan başka çaren yok.''

Ve cansız gözlerle tavanı, tavandaki çatlakları, pislikleri, girinti ve çıkıntıları izliyordum.

''Kalk sen de.'' dedi pantolonuyla işi bittikten sonra ayaklanırken. ''Böyle de dolaşma etrafta. Dikkat çekme.''

Ben ise yerimde kıpırdanmıyor, çok ilginç şeyler görmüşüm gibi yalnızca tavanı seyrediyordum. Deponun loş ışığı atında tepemde uzanan dev silueti görmezden geldim. Beni bekliyor ve söylediğini yapmamı istiyordu ama cansızdım, istediğini yapmadım. Belki de o an ölmüştüm, hiç de yaşıyor gibi hissetmiyordum çünkü kendimi.

O da bir şeyler söylendi ve istemeye istemeye eğildi üzerime doğru. Az önce çıkardığı iç çamaşırımı bacaklarımın arasından zorla da olsa geçirdi, fazlaca yukarılara çıkmış olan okul eteğimi de aşağılara çekiştirip düzeltti ve kollarımdan tutarak beni doğrulttu.

''Kalksana!''

Parçalarımı toplaması gerekeceği bozuk bir oyuncak bebek gibiydim, tutmadığı sürece dağılıyor ve yerimde duramıyordum sanki.

''Ne yapıyorsun? Kalk dedim!''

Güçlü kollarıyla beni birçok kereler kaldırmış olsa da her seferinde kendimi yere bıraktım. Cansız bir manken gibi. Ruhu çekilmiş bir tür oyuncak. Bozulmuş. Kırılmış. Fazlaca kullanılmış. Pili bitmiş veya her neyse.

''Hay sikeyim...'' diyordu kendi kendine ve bir çözüm üretmeye çalışıyordu hareket etmeyişime. Yerde öylece yatıp tavanı seyretmeye devam ediyor ve ne söylerse söylesin ne yaparsa yapsın tepki vermiyordum. Sonunda pes etti, bana laf geçiremeyeceğini anlayıp istemeye istemeye depoyu hızlı adımlarla terk etti. Beni alıp da götüremez veya evime çıkaramazdı ya sonuçta, bunlar aklından geçse de risk almadı ve gitmeyi seçti. Beni o pis depoda bir başıma şeytanlarımla bıraktı. Ve pis bir tavanla.

ф

Zaman kavramını yitireli çok oluyordu.

Zamanla aram zaten küçüklüğümden beri hiç iyi olmamıştı ama artık hiç olmadığı kadar kötüydü. Dakikaları ve yılları birbirinden ayırt edemeyeceğim kadar kopuktum her şeyden ve aklım karışık bir bulamaç gibiydi. Doğru düzgün düşünemiyor, soyut ve somut kavramları ayırt edemiyor, olmayan renkler duyuyor, sesler tadıyor ve vücudumda karıncalanmalar hissediyordum.

Ne kadar zaman geçmişti?

Daha ne kadardır o pis bodrumun pis zemininde yatmıştım? Sırtım soğuktan ve sert zeminden kaskatı kesilecek kadar. Ağrıdan uyuşacak kadar. Ve altıma işeyecek kadar. Ve açlıktan başım sürekli dönecek kadar.

Günler geçti herhalde. Ya da ona benzer bir şeyler ve ben, ölümü kabullenecek kadar kendimden vazgeçmişken Rüzgar'ın sesi döndürdü beni hayata. Kuruyan dudaklarımı zar zor aralayarak duyduğum tanıdık tınıya doğru, ''Rüzgar?'' diye seslendim ve duvarlar uzun süre sonra ilk defa sesimi duydular. Ölmediğimi anladılar. ''Rüzgar?'' Tekrardan seslendim. Onu tekrardan duymak, ona tekrardan sokulmak ve herkesten, her şeyden kaçmak istedim. Dört duvar aralarından, çatlak tavanlardan ve pis soğuk zeminlerden, böceklerden ve her şeyden. Hepsinden.

Gece Yarısı HeyulaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin