Alnına; sıcak, yumuşak bir elin koyduğu ıslak havlunun yaptığı baskıyı hissedicek kadar uyanık, gözlerini açamıcak kadar yorgun hissediyordu.Masaya koyulan papatya çayının kokusunu duydu. Geçmiş yıllarda evlerinin bahçesinde ekilmiş birsürü papatya vardı annesi her sabah çiçekleri sular bir kaç papatya koparıp evde sıcak suyla kaynatırdı. Hatırladığı anı gülümsemesine sebep oldu. Kendisini gözlerini açmaya zorladı. Sarf ettiği güç yalnızca göz kapaklarını aralamasını sağlamıştı. Gözlerini etrafta gezdirdi. Sönmeye yüz tutmuş şöminenin etrafında özenle dizilmiş odunlar beyaz renkte bir duvara sabitlenmişti. Bulunduğu yatağın yanında kırmızı sallanan bir sandalye vardı. Kapı hafif aralandı gözlerini evin sahibi olduğunu düşündüğü kişiye çevirdi. Baştan sona beyaz giyinen yaşı ortayı geçmiş, yüzü solgun bir adam elinde bir fincan çayla içeri girdi.
Fincanını masaya bırakıp başındaki ıslak havluyu aldı. Sallanan sandalyeye oturdu. Boğazını temizleyerek ;
"İsmin Owen öyle değil mi?"
İsmini bilmesine şaşırmıştı. Durumu anlayan adam gülümsedi. Owen onun hayatında ilk defa güldüğüne yemin edebilirdi. Cebinden üzerinde ismi yazan bir kolye çıkarttı.
"Seni bulduğumda üzerindeydi." adam devam etti.
"Gecenin bu saatinde tek başına üstelik yaralanmış bir halde mezarlıkta ne işin vardı genç adam? " Ne söylemesi gerektiğini bilemedi ona anlatmalı mıydı? Gelişi güzel anlatmayı seçti. Kendi bile duyamıcağı bir sesle.
"Ormanda yaşayan anneannemi ziyarete gidiyordum birden beni kovalamaya başladılar. Korktum kaçmaya başladım ve - parmağıyla adamın pansuman yaptığı yarasını gösterdi. - bu oldu."
Tatmin olmuş gibi görünmese de başını salladı ve masadan papatya çayını aldı.
" Biraz dinlen ok çok derine gelmesede biraz zehir sürmüşler. "
Karşı koymaya niyeti yoktu gözlerini derin bir uykuya kapattı.(...)
" Hey orada kimse var mı? "
" Etraf çok karanlık, Peder! Evan! Herkes nerde?" "Nerdeyim ben?"
(...)
Yaranın verdiği ağrı nedeniyle uykusu sürekli bölünmüştü ama sabah gözlerini açtığında dün geceki ağrı ve sızıdan eser kalmamış gibi hissediyordu. Ellerinden destek alarak vücudunu oturur pozisyona getirdi tabi bunu yaparken canı biraz yanmıştı. Başını yatak başlığına dayadı. Neredeyse 2gündür hiçbir şey yememişti ve çok acıkmıştı. Adını bilmediği ev sahibini bulmak ve yiyecek bir şeyler istemek adına yataktan kalkmaya çalıştı. Elini yarasına koydu ve tüm gücüyle kendini yataktan attı. Desensiz beyaz battaniyeyi yatağa attı ve kapıya yöneldi. Bulunduğu odanın karşısında bir oda daha vardı bu oda kaldığı odadan çok farklıydı genel olarak kahve ve mavi renklerinin tonlarından oluşan bu oda misafirler için gibi görünüyordu 2 orta büyüklükte koltuk ortasında kahve rengi bir masa duruyordu, duvarda da eski bir saat asılıydı. Odadan çıktı uzun koridorda yürümeye başladı sol tarafında bir oda daha vardı ama bu odadın kapısı kilitliydi Owen içeride ne olduğunu merak ediyordu "Belkide ihtiyarlık eşyalarıdır. " kıkırdadı. Biraz daha yürüyünce çıkış kapısına benzer bir kapının karşısına geldi kapıyı yavaşça itti sabah güneşinin ışıkları içeri giriyor ve koridoru ısıtıyordu. Evin hoş bir bahçesi vardı yaşlı adam gerçekten temiz biri diye düşündü. Yol boyu uzanan çimler bahçenin çitine kadar devam ediyordu çitlerin kahve olması hiç şaşırtıcı değildi. Çitlerin önünde renk renk güller bulunuyordu kırmızı, pembe, beyaz güller evin hemen yanında 2 şeftali ağacına bağlı hoş bir hamak vardı. Hamağa doğru ilerlediği sırada arka bahçeden balta sesleri gelmeye başladı. Owen ürkmüş bir halde oraya doğru yürüdü eline yerden bir odun parçası aldı ve sessizce ilerledi. Arkası dönük odun kesmeye çalışan ihtiyarı fark edince rahatlamış bir halde elindeki odunu yere bıraktı odunun çıkardığı ses ihtiyarın dikkatini dağıtmış olacak ki arkasını döndü.
"İyi görünüyorsun."
Ne kadar onu kurtarmış olsada adamın korkunç bir görünümü vardı.
"Daha iyiyim."
Adını sormalı mıydı?
"Sizin için sorun olmıcaksa adınızı öğrenebilir miyim?"
Yaşlı adam sırtını Owen' a dönerek işine devam etti.
"Adım Albert."
"Albert... beni kurtardığınız için teşekkür ederim efendim."
"Evin nerede!?"
Ev... Gerçeği söylemeye cesareti var mıydı ki? Ona güvenebilir miydi? Hayır yalan söyle Owen. Cebindeki hapları çıkardı adama tuttu.
"Hap satıyordum okulda, mahallede kısaca her yerde polis gelip beni bulana kadar devam ediyordu. Onlardan kaçarken bu ormana geldim. Kalıcak bir yerim olduğunu söyleyemem polisten öncede de evim yoktu zaten"
Başını öne eğerek masum görünmeye çalışıyordu. - Ki hepsi yalan sayılmazdı sonuçta. Yaşlı adamın elindeki baltayı bıraktığını görünce işe yaradığını anladı umut ederek sevindi.
"Pekala bir süre bende kalabilirsin. O zamana kadar iyileşirsin hem."
İşte bu.
"Ve ev işlerinde yardım edersin bende bu yükten kurtulurum."
Ne!
"Tabi ederim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüler Ormanı
AdventureHerhangi bir dünyada hapsolmuş kişiler ve onları kurtarmakla görevli Owen... Ve birde o Albert ...