Evan'dan
Gözlerini yemyeşil bir ormanda açtı. Sol bileğinde şiddetli bir ağrı hissetti. Bakışlarını koluna çevirdi. Kan. Kurumuş kan lekeleri vardı Her yerde kolunda, beyaz tişörtünde hatta alnında bile. Buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı. Hafızasında olan tek an yanında bir kızla geziye çıkmış olmalarıydı. Sahi o nerede? Kızın yüzünü hatırlamıyordu ve neden onunla çıktığını da. Ormanı keşfetmek hemde yiyecek bulma amacıyla yürüyüşe çıktı. Etrafında yeşilin farklı tonlarında farklı ağaçlar vardı. Açık yeşil, koyu yeşil, soluk yeşil...
Tuhaf bir yerdi. Hava grimsiydi. Etrafında sarı kantoron bitkisinden bulmak için gözlerini dört açtı. Bu bitki yaraların hızlı iyileşmesi için eskiden beri kullanılan bir bitkiydi. Biraz ileride sarı sarı bir çiçek fark etti. Bu oydu. Yarasının el verdiği kadar hızlı yürüyerek bitkinin yanına gitti. Bir kaç tane koparttı nasıl yapıcağını bilmese de belki bşr kulübe bulur orada yardım isterim diye düşündü. Sırtında duran mavi sırt çantasını çıkarttı bitkiyi içine koydu. Çantayı karıştırıp içine bakmak istedi. Bir taşa oturdu, çantasını önüne koydu. İlk eline bir şişe su geldi susadığını hissedip birazını içti. Çantanın içinden bir defter ve kurşun kalem çıktı. Deftere neden ihtiyacı vardı ki? İçinden bir fular, bir sandiviç çıkmış başka bir şey çıkmamıştı. Etrafı keşfetmek adına kısa bir yürüyüş yapmaya karar verdi.
(...)
Günlerden salıydı. Hava kış mevsimine göre ılıktı. Herkes fırsattan istifade piknik alanlarına gitmişti. Owen ve Albert'ın ise yapmak zorunda olduğu işler vardı. Owen av için dışarı çıktı. Ormanın derinliklerine doğru girdi. Küçük ve güzel bir tavşan fark etti çalıların ardında okunu gerdi ve tavşanın kaçamıyacağı şekilde karnına nişan aldı. Oku fırlattı ama ne tavşana ne de baika bir canlıya gelmedi. Aksine tavşanı korkutup kaçırmıştı. Oku almak için çalıların yanına gitti. Oku aldı ama ucunda mavi bir kunaş parçası buldu.
"Burda daha önceden birileri mi varmış? Albert buraya kimsenin gelmiceğini söylemişti."
Kumaşı eline aldı üzerindeki küçük küçük kan lekelerini gördü. Merak edip biraz daha aramaya karar verdi. Kumaşı bulduğu yerin etrafındaki çalıların içine girdi. Elindeki kumaştan başka bir şey bulamadı. Saat iyice ilerlemeye ve hava soğumaya başlamıştı. Üzerinde sadece ince siyah bir hırka vardı. Eve gitmek için eşyalarını toparladı ve tabiki kumaşı unutmadı. Eve vardığında saat 7'yi biraz geçiyordu. Albert akşam için sıcak çorba ve makarna hazırlamıştı. Birlikte yemeklerini yediler ardından Al yazın bahçesinden koparıp sakladığı papatyaları çıkardı ikisi içinde güzel bir papatya çayı hazırladı. Dıaşrının soğuğuna rağmen içlerini ısıtıyordu. Owen bulduğu kumaşı gösterdi ;
"bunu ormanda buldum bir insana ait gibi görünüyor. Sence oraya nasıl geldi?"
Albert da şaşırmıştı özellikle üzerindeki kan lekelerine. Omuz silkti.
"Üzgünüm hiçbir fikrim yok."
(...)Elie'den
Gözlerini savaşın ortasındaymış hissi uyandıran bir yerde açtı. Bir kayığın üzerindeydi. Etrafında bir sürü gemi vardı çoğu yıkılmış bazıları bombayla mahvolmuştu. Elie'nin kayığı ise sadece birkaç hasar almış hala sağlam denilecek kadar iyiydi . En son bir rahiple konuşuyordu ve ona hikayeler anlatıyordu. Nasıl buraya gelmişti? Grup arkadaşlarıyla bir tekne gezisi ayarlamışlardı. Onları kayıp mı etmişti?
Karşıda görünen küçük bir ada fark etti. Kayığın orta kısmında iki kenarda da birer tane kürek vardı. Denemekten zarar gelmez diye düşünüp oturdu. Kayığı binbir güçle adaya doğru çekti. Sıska sayılmazdı boyuna ve yaşına göre gayet iyiydi hatta. Yine de gerçekten çok ara vererek küreği çekti. Adanın kıyısına bıraktı. Kayıktan atladığı gibi yere çöktü. Elini ayağına götürdü. Topuklu ayakkabıyla geziye gelmişti. Ne kadar zekice. Ayakkabının Topuğuna bir şey olmamıştı yalnızca ayağı biraz incinmişti. Çantasını ve şapkasını alarak adaya doğru ilerledi.
"Umarım dizilerdeki gibi yamyamlarla karşılaşmam."
Kendi kendine yaptığı şakaya güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüler Ormanı
AdventureHerhangi bir dünyada hapsolmuş kişiler ve onları kurtarmakla görevli Owen... Ve birde o Albert ...