Yeni bölüüüm the one we got away ile kıyamet senfonisi arasında dans ettim resmen bu bölümü yazarken. Siz de dinlerseniz mutlu olurum bölümle alakası olmasa bile.
Senkronize bir şekilde "İlham" demiştik ancak tonlamamız bile hislerimizin ne kadar farklı olduğunu belli ediyordu. Ben daha çok merak içeren bir şekilde söylemişken o adama sinir olduğunu hissettiren bir şekilde söylemişti bu ismi. Belki de bana öyle gelmiştir diye düşünmek üzereyken Semih konuşmaya başladı. "Bu adam seni mi takip ediyor ? Hayır ben anlamadım yani önce kafe sonra yemek şimdi de seans mı ? Destina bu adamda içime sinmeyen bir şeyler var. Hastanı başka bir psikiyatriste yönlendirsen sence de daha iyi olmaz mı güzelim ?" Sözleri dolaylı yoldan düşüncelerimi onaylamıştı. Bu kadar tesadüf bana göre de biraz fazlaydı ancak yine de danışanım olacak olan kişi İlgiydi. İlhamla birbirimizi en fazla 10-15 dakika görecektik ayrıca bir danışanı tam başlarken bırakmak pek bana göre bir hareket sayılmazdı. Ayrıca bütün bunların hala tesadüf olması ihtimali de vardı. Bir süre düşündükten sonra Semih'in yanına gidip ellerini tutum. "Fazla hızlı bir karara varmıyor musun sevgilim. Ya bütün her şey birer tesadüfse, o zaman boşu boşuna bir danışanımı yarı yolda hatta daha yolun başında bırakmış olmaz mıyım ?" Bu sefer düşünen kişi Semih olmuştu. Sessiz geçen bir kaç dakikanın sonunda bana hak vermiş olmalıydı ki yüz hatları yumuşadı. Ellerini ellerimden çekip suratıma koydu. "Haklılık payın var. Ben sadece senin için endişeleniyorum eğer huzursuzlandığın bir şey olursa yine de bana söyle. Dediğim gibi içimde kötü bir hissiyat var bu konuda." konuşurken bir yandan parmaklarını yüzümde gezdiriyordu. Bir süre sessiz bir şekilde birbirimizi izledik ta ki Semih'in sekreteri içeriye girip de onu acil bir vaka için acile beklediklerini söyleyene kadar. O acile inerken beni de ameliyata girerse uzun sürebilir diye eve yollamıştı.
Eve varınca ilk işim üzerimdekilerden kurtulup pijamalarımı giymek olmuştu. Ne kadar yorulmuş olduğumu da ancak kendimi koltuğa bıraktığım zaman fark edebilmiştim. Yemek söylemekle salata yapmak arasında kısa bir çelişki yaşadım. Yemek söylemeye karar verdiğimde telefonumu bulmak için odama gittim. Ancak telefonum ne çantamdaydı ne de biraz önce çıkardığım giysilerin ceplerindeydi. Belki de arabada unutmuşumdur diye düşünerek aşağıya inmek için asansöre bindim. Daha iki kat bile inemeden asansör yavaşlamaya başladı. Başta biri asansörü çağırmıştır diye düşündüğümden umursamadım fakat duyduğum yoğun fren sesinin ardından asansör tamamen hareketine son vermişti. Elektriklerin gittiğini jeneratör devreye girince asansöründe çalışmaya devam edeceğini umarak bir kaç dakika geçirdim. Problemin elektrikten kaynaklamadığını anlamsa fazla uzun sürmemişti. Asansörün binanın dışına bakan pencere benzeri bir tasarımı vardı. Buradan dışarıya baktığımda sitedeki diğer binalarda dahil olmak üzere her yerin ışıkları ışıl ışıl yanıyordu. Bu görüntüyü görmek biraz telaş yapmama neden olsa da böyle durumlarda sakin kalınması gerektiğini gayet iyi biliyordum. Asansör hızlı bir duruş yapmamıştı hatta oldukça kontrollü şekilde durduğu bile söylenilebilirdi yani halatları kopmuş olamazdı. Her yerde elektrikler sağlamdı yani elektriksel bir sıkıntı da muhtemelen değildi. Belki de asansörün bakımları yeterince düzgün yapılmamıştı diye düşünmeden edemedim. Eğer elektriksel bir sıkıntı değilse yardım tuşunun çalışması gerekir diye düşünerek hemen ona tıkladım ancak düğme çalışmamıştı. Düğmeye ardı ardına defalarca tıklamıştım ancak farkı bir tepki aldığım söylenemezdi. Sonunda stresin bütün vücudumu ele geçirdiğini hissettim. Sakinleşmeyi umarak asansörün sol köşesine çöküp kontrollü bir şekilde nefes alıp vermeyi denedim. Gözlerimi kapatmış şekilde resmen sonumu bekler gibi beklemekten yarar gelmeyeceğini fark ettiğimde ayağa kalktım. Birinin beni duyması umuduyla asansörün kapısına vurup "Orda biri var mı ? Yardım edin ne olur !" diye bağırmaya başladım. En sonunda biri sesimi duymuş ve duruma müdahale etmiş olmalıydı ki aniden asansör çalışmaya başladı. Asansör zemin kata ulaşıp da kapı açıldığında kendimi yere atıp dualar etmemek için zor da dursam karşımda elindeki silahı tam olarak kafama tutan bir adam görmemle beraber mutluluğum kursağımda kalmıştı. Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan yoğun bir koku etrafımı sardı ve benim için ışıklar kapanmış oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrılar Gözyaşı Dökerken
RomanceDestina uzun zamandır melankolik bir ruh haline sahipdi. Yaşadığı hayattan zevk almayı unutmuş sadece nefes almaya devam eden bir yaşam formu haline gelmişti. İnsanlarla konuşmuyor, işini yapmıyor mezarlık ve ev arasında yaşıyordu. Ailesinin çoğunu...