Eğer en başta kararmassan aydınlık nedir bilmessin,
Ama bir kez kararırsanda o karanlığı evin bilirsin...Müzik 🎶: Fikrimin ince gülü
Sabahın saat 7'sinde çalan alarma ufak bir küfür savurup uyandım. Bugün hem yeni okulumda hemde yeni yurdumda ilk günümdü. Artık yeni bir liseye geçtiğim için yeni bir okul ve yeni bir hayat beni bekliyordu. Buraya dün gelmiştim. Oda arkadaşımı tanımıyor onunla tanışmak bile istemiyordum. Çok havalı bir tip olduğu belliydi. Onunla aşık atabilecek bir durumum yoktu ve olmazdı da. Onunla hiç konuşmadan kalktım ve kırmızı boğazlı kazağımı, siyah pantolonumu ve siyah montumu giydim. Güneş kremimi ve maskaramı sürdüm saçlarımı tarayıp salık bıraktım ve çantamı alıp odadan çıktım. Onu uyandırmamak için çok uğramıştım. Yanlış anlamayın okula geç kalsın diye yapmadım bildiğim kadarıyla onun okulu benimkinden farklıydı ve okula daha 1-2 saat vardı. Benim de daha yarım saatim vardı ama ben okula erken gitmeye seviyordum nedenini bilmiyorum. Aşağıya indiğimde saat 7.23 tü. Telefonumdan konumu açıp okula doğru yürümeye başladım. Navigasyon beni dar ve sabahın bu saatinde ıssız olduğu her halinden belli olan sokaklardan ilerletiyordu. Burdan bir çıksam dünyalar benim olacaktı. Okulumun dağların kenarında, şehir merkezine uzak olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum resmen okulun yanında orman vardı. Birde buraya daha önce gelmiştim ama böyle dar sokaklardan geçtiğimi hatırlamıyorum. Okulun yakınlarına biraz yaklaşmışken okulun solunda kalan ormana benzeyen o alandan sesler duymaya başladım. Biri imdat diye bağırıyordu. Ama buna bağırmak denmezdi resmen yırtınıyordu. Beynim oraya gitmemem gerektiğini söylerken vicdanlı yanım adamın bana ihtiyacı olabileceğini söylüyordu. Oraya gidersem belkide hayatım kararacak gitmezsem de vicdanım kararacaktı. Hangisi daha korkunçtu, yalandan ibaret olan hayatımın artık tamamen kararması mı yoksa içimdeki beni iyi yapan o kırıntının kararması mı? Beynim ve kalbim bunun hakkında kavga ederken ben ve ruhum çoktan kararı vermiştik ve bu karar doğrultusunda o yöne doğru yürümeye başladım. Gittikçe sesler yakınlaşiyordu. Bir 5-10 dakika daha aynı yöne doğru yürüdüm. Zaten ormana girmem beni ürkütüyordu birde üstüne adamın sesi beni daha derinlere doğru çekiyordu. Sonra ses iyice yakınlaştı ve yerde can çekişen adam kadrajıma girdi. Onu görünce doğru kararı verdiğimi anladım, ölmek üzereydi her aldığı tekmede daha da berbatlaşıyordu. Ona adam demek doğru değildi hemen hemen benle aynı yaştaydı herhalde. Onları görebiliyordum ama net değildi. Ne dediklerinide anlamıyordum. Anlamadan bir yargıya varamazdım. Biraz daha yaklaşmam gerekiyordu. Biraz daha biraz daha diyerek sanırım fazla yaklaşmıştım. Hem sesler hemde görüntüler artık çok netti. Koyu kahverengi saçlı uzun boylu (yaklaşık 1.90 falan), orta kilolu bir erkek başka bir erkeği öldüresiye dövüyordu. Yanındaki kişilerde baya eğleniyordu. Herhalde döven çocuk diğerlerinin lideri falandı. Dövülen çocuktan bir "imdat" feryadı daha fırladı. Liderleri gibi olan çocuk artık yorulmuşçasına kendini bir kütüğün üzerine attı ve görevini diğer çocuklar devraldı. Lider çocuk ayağa kalktı ve kadrajımdan yavaşça uzaklaştı. Diğerleri işkencelerine devam ediyorlardı ve ben bir gerizekalı gibi onları izliyordum. Bir adım atayım derken ufak bir ses çıkardım ve hepsi bana döndü. Kendimi önümdeki heybetli ağaçla gizledim. Daha sonra sanki bir şey görmüşler gjbi işlerine geri döndüler. Kıvranan çocuk beni gördü ve bir şeyler anlatmak istiyormuş gibi değişik işaretler yapmaya başladı. Ona anlam veremeyerek "Ne oldu?" gibisinden bir bakış attım. Daha sonra sesli bir şekilde söylenmeye başladım.
"Allahım ne diyor bu ya?". Bunu söyledikten bir dakika falan sonra ensemde hissettiğim sıcak nefesle olduğum yerde donakaldım. Arkamdaki nefesin sahibi konuşmaya başladı.
"Kaç diyor prenses kaç... Sana uygun yerler değil burası diyor. Ama seni takdir ederim. Bu korunun içine tek başına girip birde burada bizi gözetlemen çok cesurca. Keşke saklanma konusunda da dinlemek kadar iyi olsaydın. Ya da en azından kahverengi veya yeşil giyip kamufle olsaydın kırmızı seni ele verdi..."
İliklerime kadar titriyordum, korku bedenimi hapsediyordu. Bir anda büyük bir cesaretle koşmaya başladım. Ben koşuyordum o da arkamdan yürüyordu ve yine bir ses duyuldu ondan ama bu kez bağırıyordu...
"Prenses... Zarar görmek istemiyorsan bence benden ve bu ormandan kurtul çünkü biliyorsundur ki orman senin gibi prenseslerin değil cadıların evi ve üzgünüm ama bende bir cadıyım..."
Daha da hızlanmıştım bildiğin şuan yanlış sulardasın diyerek beni tehdit ediyordu. Yakalarsa bana zarar vereceğini söylüyordu. Aklım bunları düşündükçe kalbim sıkışıyor ve ruhum yoruluyordu bu savaşta...
Sanırım bir 10-20 dakikadır nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum her yer de aynıydı. Lider olan çocuğun tehditleri de tükenmek bitmemişti. Boş boş bağırıyordu. Artık bir bok yapamayacağından emindim sadece gözümü korkutmak için diyordu ya da ben öyle olmasını istiyordum...
Arkama bakarak süren koşu turum tam hızda devam ediyordu. Sanırım kayboluyordum. Aynı böyle koşarken bir şeye çarptım. Heybetli bir şeye. Yavaşça kafamı döndürdüm. Ona tam olarak döndüğümde nefeslerimiz birbirine değiyordu. Bu oydu bana prenses diyen yozlaşmamış ayıydı. Benim ülkemdeki bana düşman cadımdı. Hani olur ya pamuk prenseste ona elma veren cadı. İşte buda benim cadımdı. Benim belkide ölüm fermanımı yazacaktı tam şuanda...
İlk bölümü nasıl buldunuz? Oylarsanız ve yorum yaparsanız çok sevinirim. Peki bir soru sizin cadınız mı prensiniz mi var?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMSÜZ
RandomBir süre vardır hayatta; ömür... Kimin süresi dolarsa ona öbür dünyadan bir yer ayarlanır. Peki ölümsüz birileri var mıdır dünyada. Evet ölümsüzlerde vardır bu dünyada. Arkasında daha devam edilecek bir hayat bırakan ruhu daha eskimeyen ve keşkelerl...