final part: happily ever after

1.2K 140 70
                                    

Uğradığımız ilk köyde dinlenişimizin ardından yolumuza devam etmiştik ve sonraki yedi günümüzü de böylece tüketmişken, denize kıyısı olan bir kente ulaştık. Jisung ilk defa görüyor olduğum heyecanıyla seyrediyordu etrafını. Gözleri çıktığımız ormanın yeşilliklerinin hemen kıyısına kurulmuş, bacalarında dumanı tüten küçük evlerde geziniyor, ardından hırçın dalgalarını savuran okyanusun sonsuz maviliğine doğru kayboluyordu.

"Minho, görüyor musun?" diye heyecanla çığırdı, çok ötede bir uçurumun kayalıklarında köpüren dalgaları işaret ediyordu uzattığı parmağı. "Çok güzel." dedim ben de, bu tatlı hallerine karşın gülümsemeden edemiyordum. 

Atlarımız bu küçük kıyı kentine uzanan yola doğru ilerlemeye devam ediyorken çevredeki evlerden birine kalacak yer sormaya karar vermiştik. Geceyi geçireceğimiz bir pansiyondan çok, günlerimizi belki de aylarımızı tüketeceğimiz bir ev bulmaktı niyetim. Jisung'a henüz bundan bahsetmemiş olsam da, yeterince uzaklaşmıştık sonuçta. Monarşinin ve de asilzadelerin hükmetmediği basit bir kentteydik, üstelik denize de kıyısı vardı bu küçük şehrin. Burada kalabilirdik bir süre, seversek bir hayat bile kurabilirdik burada.

"Bak, şu evin verandasında birileri var." dedi önünden geçiyor olduğumuz çitlerin çevrelediği taş evi gösteriyorken. Atımı durdurup inmesine yardım ettim önce. Hemen ardından ben de aşağı atlamış ve Vesper'i ağaçlardan birine bağladıktan sonra bahçede koşturan, altı yaşlarında görünen çocuğa seslendim.

"Pst! Ufaklık!"

Böylece bu küçük yabancı duraksamış ve sesin geldiği yöne, bana doğru dönmüştü. Çatılı kaşlarıyla süzülen ifadesi bizi gördüğü an biraz daha sertleşiyorken "Ailen nerede?" diye seslendim tekrardan. Savsak adımlarıyla yanaştı bize doğru, gözleri ikimiz üzerinde gezinmeye devam ediyordu ve "Baba!" diye tiz bir sesle çığırdı. "İki yabancı geldi, sizi soruyor!"

Ardından verandaya koşturup evin kapısı önünde beliren sarışın adamın bacağına sarılmıştı. Sarı saçları, buğday tenine saçılmış çilleriyle fazlasıyla genç duran bu yabancı ufaklığı kucaklayarak bize doğru adımlıyorken gergin bir öksürükle hazırladım sesimi. "Buyurun?" demişti yanımıza ulaşıp tam karşımızda dikildiği vakit. Yüzünde ürkek bir ifade, sesindeyse tereddütlü bir tını vardı.

"Rahatsız ettiğimiz için kusura bakmayın. Biraz uzaktan geliyoruz ve bu şehrin yabancısıyız. Acaba buralarda pansiyon veya han olmayan, uzun süre konaklayabileceğimiz bir yer var mı?" dedim. Bakışları üstümüzde geziniyordu, şüpheli hali giderek meraklı bir ifadeye bürünüyordu ve sorumu es geçerek "Batı tarafından mı geliyorsunuz?" diye konuştu.

"Evet." demişti Jisung onun ilgili gözlerine karşı gülümseyerek.

"Eşim ve ben uzun zamandır yoldayız, burada uzun süre dinlenmeyi planlıyoruz." dedi sonra. Dudaklarım onun ağzından dökülen 'Eşim' kelimesi yüzünden yanaklarımı sancıtan kocaman bir gülümsemeyle kıvrılırken uzanıp elini kavrayarak onayladım bu dediğini.

"Evlisiniz, üstünüzde pahalı kürkten pelerinler ve iki tane heybetli atınız var fakat siz bu balıkçı kasabasına geldiniz öyle mi?"

Karşımızdaki yabancı ısrarla sorular sormaya devam ediyorken bıkkınca iç geçirmiştim ki "Kaçtınız, değil mi?" deyişiyle telaşla aralandı dudaklarım, daha ne diyeceğimi dahi bilmezken itirazlarımı sıralamaya hazırdım ancak "Burada, boş odalarımızdan birinde kalabilirsiniz." diyerek ben tek kelime edemeden susturdu geveleyen ağzımı.

Hemen ardından verandaya doğru dönmüş ve seslenmişti: "Chan, misafirlerimiz var!"

Jisung ile gözlerimizin kavuştuğu kısacık bir anda sessiz sedasız sorgulamıştık olup biteni. Ben onu biraz daha göğsüme çekip beline kolumu doladığımda bizim için açılan bahçe kapısından içeri adımlamak konusunda bir tereddüte düşsem de Jisung sıkı sıkıya tutunduğu elimden sürükleyerek girmişti yeşilliklerin süslediği bahçeye.

child of the omen | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin