Günün ağarmasıyla hafif bir yağmur çiselemeye başlamıştı, kasvetiyle yüklü gri bulutlar doğan güneşin aydınlığına örtünmüşken sanki hala geceyi yaşıyordum. Tutunduğum kayışıyla ardımdan sürüklenen atımla bir bataklıktan farksız hissettiren yollardan geçtim, dudaklarımda tek bir adın yankısı vardı. "Jisung..." diyordum, bazen kendime duyurduğum bir mırıltı, bazen de ona ulaşır sandığım serzenişler gibiydi adını çağıran sesim.
"Jisung." dedim tekrardan, akan suyun sesine doğru çekiliyordu adımlarım. Kont Seo'nun hiç bilmediğim, belki de ilk defa gördüğüm topraklarına değin ulaşmıştım. Arazinin merkezindeki kadar olmasa da, büyük sayılabilecek bir göle varmıştım. Etrafını çevreleyen yaşlı ağaçlar yüzünden uzaktan pek görünür değildi, saklı bir mabet gibi duruyordu tüm o yeşilliğin içerisinde. Savsak adımlarım gölün kıyısına yanaştığı sıra bıraktım Vesper'in kayışını. Zavallı at var gücüyle koşturup suya erişmiş ve içmeye başlamıştı. Sancıyan bacaklarımla yanına eğildim, gözlerim atıştıran yağmurun gölün karanlık suları üzerine düşüşüyle beliren harelerde geziniyordu. Hafifçe esen rüzgar ufak dalgalar yaratıyor, üstüne çöken sis ise uçsuz bucaksız bir denize açılmışım gibi hissettiriyordu.
Uykuya muhtaç gözlerimi bir nebze olsun dinlenmenin arzusuyla kırpıştırdığım sırada, o sisli manzaramın kıyısına tanıdık bir siluet ilişmişti. Tam karşımda, üzerinde bol duran uzun ketenden geceliğiyle dünyevi bir varlık olmaktan çok uzak görünüyordu. Öyle ki, bir an için aklımı yitirdiğimi sandım, deliriyordum belki de, acınası aklım beni onun hayaliyle avutuyor, diye düşündüm. Saatlerdir aradığım beden, çok değil metreler ötemde süzülürcesine ağır adımlarla ilerliyordu karşımda. Gölün yüzeyine karışan sis bürümüştü etrafını, o ilerlemeye devam ediyordu ve suya karıştığını duydum. Dingin gölün sakinliğine doğru kaybolduğunu gördüm. Uyuşmuş aklım, ancak o zaman sarsılırcasına döndü gerçeğime. Bedenim bir hışımla doğrulmuş ve ayaklarım güç bela zorladığım koşuşumla çamurlara bulanmışken gölün şeridini takip ederek ulaştım onu gördüğüm kıyıya.
"Jisung!" diye seslendim yine, ayağımın takıldığı bir taş parçasıyla yalpalamıştım, dizlerim üstüne düştüm ve gölün temiz suyuna ben de karıştım. Emeklercesine ilerliyordum kıyısında, bir an için olsun kırpmadığım gözlerimde gittikçe suya batan görüntüsünü seyrediyordum. "Jisung!" diye atıldım, ona bir an önce ulaşmak için çırpınıyordu ayaklarım. Gözyaşlarım, bugün tenimi bir türlü terk etmeyen yaşlarım akıyordu yine, yağmurun ve de gölün suyuyla bir olup kayboluyordu. Sonra o da, seslenişlerimden kaçarcasına kaybolacaktı ki karıştığı sularda, çaresizce ittirdim kendimi ona doğru. Delicesine titreyen ellerim belini bulmuşken sırtına yasladım soluksuz kalışımla hareketlenen göğsümü. Sımsıkı kavramıştım bedenini, kucağımda titriyordu soğuk bedeni.
"Bırak!" diye çığırdı başımı omzuna gömdüğüm, gözyaşlarımı güzel tenine akıttığım sırada. "Hayır..." dedim, boynunda gezinen dudaklarım mırıldanışlarımla aralanmıştı, küçücük öpücükler konduruyordum tenine. Benden kurtulmak için var gücüyle çırpınıyordu kollarım arasında, fakat tüm bu çabası faydasızdı. Öyle güçsüzdü ki, ittirişleri sanki çaresiz bir kucaklaşmaya çekiliyor gibiydi.
Sonunda vazgeçtiğinde, usulca yaslandı göğsüme. Sessizce döktüğü gözyaşları eşliğinde zapt ettiği hıçkırıklarıyla sarsılıyordu narin bedeni. Bana teslim olurcasına omzuma düşürdü başını, ancak o zaman kucaklayışımla kaldırdım onu. Belini sıkıca kavramışken bir yandan da bacaklarını destekleyerek taşıyordum bedenini, ölümü çağıran bu gölden kaçıyordum telaşla.
"Neden izin vermiyorsun?" diye fısıldadı sonra, gölü ağır ağır aşıyorduk, başını göğsüme yaslamış, sıcak nefeslerini tenime bahşetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
child of the omen | minsung
Fanfiction"Düşündüm, o yanı başımda sana geri dönmenin hayaline tutunmuş kılıç savuruyorken ben neden yaşamak için bu kadar direniyorum dedim kendime. Fakat ne zaman ölümün kıyısına savrulsam, senin gülümseyen yüzün çekip çıkardı beni, yaptığım her şey, seni...