Cennetin Kapıları

1.2K 11 2
                                    

Rukiye, Hazreti Banu İmam Hatip Lisesinde okuyan sefil ama ayaklara oldukça düşkün bir kızdı. Devamlı olarak arkadaşlarıyla gıybet yapar, dümbükleri çekiştirir ve yakuşuklu bad boyları keserlerdi. Yine sıradan bir okul günüydü. Rukiye en iyi arkadaşı Necla ile okula yeni gelecek bir çocuk hakkında konuşuyorlardı. 

Necla: Kız Rukiye okula yeni bir çocuk gelecekmiş.

Rukiye: Kim bu?

Necla: Duyduğum kadarıyla eski okulunda çok popülermiş, kızlar ona çok düşkünmüş. Taa ki bir ayakçı ondan hoşlanana kadar; kız çocuğun ayaklarını görmek amacıyla çocuğun yanından hiç ayrılmamış, eve giderken bile takip etmiş. Çocuk ise bunun sonucunda okulunu değiştirip buraya gelmiş.

Rukiye: Yakuşulu yani?

Necla: Sadece buna mı takıldın?

Rukiye: Hee.

Necla: Çocukla çıkmayı düşünüyorsan boşa kürek çekme, kimseye pas vermiyor.

Rukiye: Daha benim gibi bir şıllığı görmediğinden eminim.

Necla: Ben seni uyarmış olayım da.

Rukiye: Korkma Neco, benim ayaklarıma karşı koyamaz.


Rukiye'nin ağzından: 

Necla ile olan konuşmamın ardından kapı sert bir şekilde açıldı ve içinden kapının açılışı kadar sert bir erkek çıktı. Yakuşukluyu baştan sona süzmeye başladım, simsiyah saçları bakımlıydı ve kömür misali gözleriyle çok uyumluydu. Hafif esmer bir teni vardı, yüzü oldukça yakuşuklu, sakalları bıçak gibi keskindi. Ancak bunların hiçbiri benim gram umurumda değildi...

Etrafıma baktığımda çocuğun bir anda sınıftaki kızların çoğunun ilgi noktası haline geldiğini fark ettim. Oldukça yapılıydı da, ama yeterli değildi. Heyecanı bozmamak için mümkün olduğunca yavaş şekilde gözlerimi ayaklarına doğru indirmeye başladım, kalbim küt küt atıyordu.

O sırada etrafı süzen çocuğun gözleri aniden bana sabitlendi. Bir an onun kömür siyahı gözlerinin içinde tüm dengemi kaybetmiş bir şekilde süzülür gibi hissettim. Bana doğru yürümeye başladığında ise kalbimin hızı anormal dereceye ulaştı. Dışarıdaki sesler yavaş yavaş kaybolmaya başladı, sadece kalbimin çarpış sesini duyuyordum. Karşı konulamaz bir dürtü beni onun ayaklarına bakmaya itiyordu, ancak göz yuvarlarım kitlenmiş gibiydi. Bir anda bana çok yaklaştığını fark ettim. Dibimde durdu. Sıcak nefesini üzerimde hissediyordum. Kalın sesiyle bana "İsmin ne ?" diye sordu. Cevap vermek için ağzımı açtım ancak o sırada hayatım boyunca unutamayacağım bir şey oldu: O koku... Hayatımda aldığım en saf, en cezbedici koku; sanki binlerce melek tarafından aynı anda kutsanmış bir ayağın kokusunu çekiyordum burnumdan. Yıllanmış, kaliteli bir şarap gibi... Bu ayaklar cennetten gelmiş gibiydi; hatta "gibi" değildi, kesinlikle cennetten gelmişti. Cennetten gelen bir çift ayağı koklamıştım. Kokunun cazibesi içinde hoş bir gezintiye çıktığım hayal dünyamdan çocuğun sırtımı dürtmesiyle ayrıldım. Doğru, ismimi söyleyecektim! Hemen biraz panik yaparaktan bağırdım: 

–R-R-Ru-Rukiye!

Bana boş gözlerle birkaç saniye daha baktı, ardından umursamazca arkasını dönüp uzaklaştı. Onu etkilemeyi başaramamıştım. Ayrılırken hemen arkasından bağırdım:

–Peki senin ismin ne?

Beni takmadı bile, kesinlikle batırmıştım, resmen eziğe benzemiştim. Kekeme, gerizekalı ucubenin teki gibi gözükmüştüm. Üstüne üstlük hala ayaklarına bakamıyordum. Ancak mutluydum, cennetten gelen o kudretli ayakların saf kokusunu bir kere almıştım, artık bırakmazdım. Bir gün cennetten gelen bir çift ayak, sonsuza kadar benim olacaktı!

Cennetten Gelen Bir Çift AyakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin