Afra, köşeli güneş gözlüğünü havalı bir şekilde çıkardı ve kulağının arkasından geçirip başına taktı. Havaalanına şöyle bir göz gezdirdi. Düşündüğünden daha büyük ve görkemliydi. Önüne gelen saçlarını arkaya doğru savururken yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirmişti. Duvarlara monte edilmiş tabelalara baktı. Los Angeles Uluslararası Havalimanı. Los Angeles... Afra'nın hayallerindeki şehirlerden bir tanesi. Bu şehre gelmeyi o kadar çok istemişti ki... Birkaç saatlik uçak yolculuğun ardından artık buradaydılar. Yeni hedefin peşindeydiler.
Birkaç kişinin dönüp kendisine baktığını fark etmemiş değildi. O birkaç kişinin çoğu da erkekti. Bacaklarına tam oturan koyu mavi kot pantolon giymişti. Üstüne de buna uyan, üzerinde 'Be Free' yazan salaş bir tişört giymişti. Tabikide bakacaklardı. Onun tam aksine bol paça pantolon giymiş, darmadığınık saçlarla uykulu uykulu etrafa bakan Defne'ye bakacak halleri yoktu. Havalı bir şekilde adımını atmıştı ki arkadan gelen sert bir darbeyle bir an kendisini yerde buldu. İçinden dile getirilemeyecek kadar hoş olmayan bir küfür savururken, etraftan duyulan kıkırtıları duyar gibi olmuştu. Etek değilde kot pantolon giydiğine şükür ederek yerden hışımla kalktı. Kendisine çarpan, fazla dağınık görünen arkadaşına baktı.
"Sen ne yaptığını zannediyorsun?!" dedi dişlerinin arasından. Defne umursamazca Afra'ya baktı. "Ah, pardon. Önümde, bizi ilerletmeyip beni yatağımla kavuşturmayan bir öküz dikiliyordu da." dedi monoton bir sesle. Bu resmen Afra'yı çıldırttı. "Bir daha desene o, öküz kelimesini," dedi tıslayarak. Defne oralı bile olmadı ve önden önden yürümeye başladı. Arkasını da Sancer takip etti. Sancer bu iki kızın arkadaşlığına hiç anlam veremiyordu. Nasıl olurda durmadan birbirleriyle çatışırlardı? Uçakta bile kavga edip ön koltukta oturan teyzeden azar işitmişlerdi. Defne olgun bir kızdı. Ama bunun aksine Afra, çocuksuydu. Biraz(!) da şımarık. Bir araya geldiklerinde beklenmedik şeyler yaşanıyordu. Ama her ne olursa olsun, her zaman yan yanaydılar. Uyumluydular. İkisi de birbirlerinden çok farklı olduklarından birbirlerini tamamlamaktan çok, çakışıyorlardı. Ama ikisi de birbirini böyle seviyordu.
Havaalanın o tuhaf atmosferinden kurtulup dışarıya çıktıklarında Defne derin bir nefes aldı. "Sonunda geldik. Los Angeles," dedi bıkkınlıkla. Uçakta sürekli midesi bulanmıştı. Havalimanın o değişik kokusundan da nefret ediyordu. Kısacası uçaklardan nefret ediyordu. Bunun tam aksine Afra, çok eğlenmişti. Defne yan koltuğunda mışıl mışıl uyurken o, yolculuk boyunca film izlemişti. Şu an yorgun bile değildi. Defne, bu enerjinin nereden geldiğini hiçbir zaman anlayamamıştı zaten. Defne hızlıca insan kalabalığını yararak taksi durağına ilerledi. Sancer sadece takip ediyordu onları. Hiçbir şey söylemeden sakin ve temkinli adımlarla peşlerinden gidiyordu. Taksi bulduklarında hemen valizleri bagaja tıkıp, koltuğa yerleştiler. Aralarında İngilizce bilen hiç kimse yoktu. Hiç kimseyle doğru düzgün iletişime geçemeyeceklerdi. Defne cebinden çıkardığı rastgele bir kağıda hızlıca kalacakları otelin adını yazıp şoföre verdi. Şoför 'tamam' dercesine baş parmağını kaldırdı ve en hızlı bir şekilde müşterilerini hedeflerine ulaştırmak üzere yola çıktı. Birkaç dakika boyunca hiç kimseden çıt çıkmadı. Ama Afra sessizliği bozdu. "Hilton'da kalacağız değil mi?" dedi heyecanla. Hilton Hotel, otellerin zirvelerindeydi ve bunu hak ediyordu. Afra şu ana kadar sadece resimlerden görmüştü. Ayrıca tatil için orda kalanları çok kıskanmıştı. Otel değil, resmen şatoydu orası. Defne, Afra'ya boş boş baktı. "Maalesef hayır," dedi gözlerini kısarak. "Ne kadar pahalı olduğu hakkında hiç fikrin yok herhalde. Birkaç gece için o kadar para veremem ne yazık ki." Afra hayal kırıklığıyla dudaklarını büktü. "Hilton'dan başka bir yerde uyumam ben." dedi sitemle. Defne sinirle kaşlarını çattı. Sancer ise gözlerini devirdi. Yine başlıyorlardı. Bu tartışma en az yarım saat sürecekti. Onların tartışmasını izlemektense camdan dışarıyı seyretmeyi tercih ederdi. Los Angeles'ın renkli tabelalarına ve canlı sokaklarına, insanların kalabalıklığına ilgisini verdi. Gözlerini yumdu ve bu anın hiç bitmemesini istedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kimsesizler
Teen FictionKaranlık sana kollarını açtığında, güzel olan her şey yok olmuştur. Ona teslim olmaktan başka çaren kalmaz. Onlar hiç kimseye ait olamayacak kadar kimsesizler. Yıllarca, ruhlarının taşıdığı ağırlığın altında ezildiler. Onlar, kendi kaderlerini kendi...