"Henüz bu hikayenin kötü adamı başka."
Kaşlarımı kaldırarak, "Henüz?" diye sordum.
"Neden şaşırdın? Bana ilk başta kötü damgası yapıştıran sendin."
"Bana okulun ilk günü bir damga yapıştıran sendin." Suratımı buruşturdum. "Hiçbir şey yapmadığını söylüyorsun ama tek bir şey yapman bile yetti. Bir gün dibimde oluyorsun, ertesi gün gelip beni, bana yapacaklarında tehdit ediyorsun. Sen nasıl bir ruh hastasısın?"
"Sana yapacağım şeylerin senin hoşuna gitmeyeceğini söylemedim," dedi dudakları hafifçe kıvrılırken.
Elimi ona vurmak için kaldırdım ama bileğimden yakaladı. Nasıl? Görmemişti bile. Bakışlarını başından beri benden ayırmamıştı. "Otoparktayken haklıydın, seni tehdit eden bir şerefsize, tokadı tabii ki vurmalısın Han. Ama burada sana hiçbir kötü niyetli söz sarf etmedim. Bana tokat atabiliyorsan ben sana izin verdiğimdendir, bunu unutma."
Dişlerimin arasından konuştum. "Senden iğreniyorum."
"Benden iğrenmiyorsun," diyerek kolumu bıraktı ve yavaşça doğrularak ellerini ceplerine soktu. "Sadece henüz kabullenmiyorsun."
"Neyi?" Cevap vermedi, öylece yüzümü süzdü.
"Ders başlayacak, matematik dersine geç kalmak istediğine emin misin?"
Derin nefesler alıp verirken, öfkeyle suratına bakıp yanından geçerek ayrıldım. Danışmanın önünde, Yuna elinde birkaç kitapla bekliyordu. "Ben de sana bakıyordum, beni bırakıp sınıfa gittin sandım,"
"Seni bırakıp sınıfa gitsem pek de sorun olmazdı, dersim matematik." diyerek onu kolundan tuttuğum gibi kütüphanenin dışına sürükledim ve sınıfa kalan yolu koştum.
İlk ders arasında Yuna ve Kai'nin arasını düzelttim. Birlikte kafeteryaya inip içecek bir şeyler aldık ve yağmur durduğu için biraz bahçede dolaştık. İkinci ve üçüncü ders aralarında ise Kai'yle sınıfta ödevleri tartışıyorduk, Yuna bize katılmıştı. Öğle arası için zil çalana kadar günün ne kadar sakin geçtiğini düşünmeden edememiştim.
Fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Kimse bana etiket yapıştırmamıştı, sınıftaki çocuklar ağızlarıyla taklit etmemişlerdi, Mina bile ortalıklarda görünmemişti. Gerçi bu ilk aradan sonra dışarı çıkmadığımız için de olabilirdi.
Öğle arası Yuna, yemekhanenin önünde arkadaşlarına el sallayarak yanımıza geldiğinde Kai'yle gülüşerek yemekhaneye girdiler. Girerken Kai'yle telefonlarımız aynı anda mesaj sesiyle çınlamıştı. Üçümüz de kapının önünde durduğumuzda Kai'yle aynı anda telefonlarımızı çıkarttık ama tüm yemekhanede yankılanan inleme seslerinden telefonuma odaklanamıyordum.
Mesajlar kısmına girdiğimde siyah ekran bir videonun gönderilmiş olduğunu fark ettim. Numara gizliydi. "Han?"
Videonun oynatma tuşuna bastım. Üzerimde gözler hissediyordum.
Video biraz karanlıktı ama dizlerinin üzerine çökmüş zayıf bir çocuğun yatağa oturmuş bir çocuğun penisini ağzına aldığı çok net bir şekilde görülüyordu. Çocuğun suratı yoktu ama inleyerek bir isim söylüyordu.
Yuna bir anda elimden telefonumu çekip aldığında titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı kaldırıp iki yakın arkadaşıma baktım. Kai'nin gözleri kıpkırmızı olmuştu, genelde çok üzüldüğünde ve sinirlendiğinde gözlerinin etrafı sanki pembe bir kalemle çizilmiş gibi kızarırdı. Yuna'nın da gözleri büyümüş ve dudakları aralanmıştı.
"Bana benziyor," dedim fısıltıyla ama sesimin çıktığından emin değildim.
Kai kafasını olumsuz anlamda sallayarak elimi tuttu ve etrafa baktı. "Ne bakıyorsunuz! Önünüze dönsenize!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ikigai, minsung
Fanfiction"Kaybettim seni," diye fısıldadı elinin tersiyle gözyaşlarımı silerken. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyor, kış soğuğunda bile ısıtmayı başarıyordu tenimi. "Tarih tekerrür edecek demiştim. 25 Ekim 2008'de kaybettim, 25 Ekim 2020'de bir daha kaybettim. Kay...