Suratıma kapanan telefonun etkisiyle ekranı uzaklaştırıp şokla kilit ekranıma baktım. Az önce, gerçekten pat diye kapatmış mıydı o telefonu? Ne olmuştu bir anda gözlerinden bahsedince? Konu kendisine gelince konuşmayı sevmiyordu ama hakkımdaki teorilerinden bahsederken susmuyordu.
Kafamı sallayıp düşüncelerimden kurtulmaya çalıştım, ardından saçlarımı taradım ve kuruttuktan sonra doğruca yatağa gittim. Saat dokuza geliyordu ve sabah erken kalkacaktım çünkü sınavlarımın iyi geçmesi için güzel bir kahvaltı etmek istiyordum.
Bu saatte, koca bir hafta sınavlarla doluyken bir de Lee Minho karmaşasını aklıma sokamazdım, o çocuğun tek bir lafını çözmek bile saatlerce çıkış yolunu bulmak için labirentte koşturmaya benziyordu.
Ufak bir kabus gördüm. Yemekhanedeyken mesajla herkese giden kurmaca videodaki çocuğun gerçekten ben olduğumu, o anın gerçekten yaşandığını...
Saat beşteki alarmdan yirmi dakika erken uyanmıştım bu sayede. Doğrulup, gözkapaklarımı ovalarken gözlerim yaşlarla dolduktan sonra alarmın çalması için kalan süre, yatakta oturarak bomboş duvara bakmamla geçti böylece.
Aldığın nefesi bile solutmam.
Bu lafı neden aklımdan çıkmıyordu bilmiyordum, belki de o an birinin beni gerçekten önemseyeceğine bir anlık da olsa inandığımdan ve omuzlarımdaki yük, yok olur gibi geldiğindendi. Lee Minho'nun sözlerinin bu yüzden bir önemi yoktu. Söylediklerini gözlerinde göremiyordunuz, her şey onun gibi birine inanmamam için işliyordu sanki. İnanmıyordum da.
O videodan hala haberi yoktu. Ya da vardı ve önemsemiyordu. Benim de artık umurumda değildi ama yine de bunca sınavın arasında bir de gidip koridordan geçerken hiç olmadığım kelimelerle beni çağıran insanlarla uğraşacak kişi yine bendim.
İnanç, güç gerektirir. Bu yüzden tanrı, kaldıramayacağın yükü omuzlarına vermez denir. Üstesinden geldiğin her bir sorundan güç ve tecrübe edinirsin. Ama böylesine kitaplardan fırlama, korkunç bir zorbalığın üstesinden gelmem, gelecekte nasıl işime yarayacak gerçekten merak ediyordum.
İşime yaramamasını tercih ederim.
Temizlenip ütülenmiş okul formamı üzerime geçirdim. Gerçekten güzel bir formamız vardı ve okuldaki herkesin kurallara uyması hoşuma gidiyordu. Düzensizlik beni rahatsız eden bir şeydi ve bir şekilde, güzel okul formaları beni tatmin ediyordu.
Saçlarımı da düzelttikten sonra aşağı inip kendime, dolapta ne bulduysam içine tıktığım güzel bir sandviç hazırladım, iyice uyanmak adına koca bir bardak filtre kahveyi bitirdiğimde hazırlanma vaktiydi.
Kai beni aldığında okula erken gitmiş olacaktık, böylece kütüphanede iyi bir yer kapabilir ve ilk derse kadar notlarımızı çalışabilirdik. Her gün üç sınava girecektik, sınav haftasında ders programları tamamen değişiyordu. Sınav aralarındaki teneffüsler uzundu ve her sınavdan önce sadece bir ders vardı.
Kahvaltıdan sonra odama geçip sakince çantamı hazırladım. Çok şey almama gerek yoktu, gerçi sınav haftası diye okul dolabımdaki bütün kitapları eve getirmiştim. Sadece üzerinden geçmek için notlarımı ve anlamadığım matematik sorularının çözümlerini koydum çantama, ardından dişlerimi fırçaladım ve aynanın karşısına geçtim. Ne zaman sınav haftası gelse beliren gözaltı morluklarımı kapatıcıyla kapattım.
Kai geldiğinde saat yediye geliyordu ve sabahın erken saatleri olduğu için hava buz gibiydi. "Günaydın," dedim ön koltuğa geçip çantamı kucağıma bırakırken. Emniyet kemerimi taktım ve ona döndüm.
Kai ölü gibi bir suratla bana döndüğünde gözlerimi kocaman açtım. "Oha," dedim boynuna kadar atkıya sarılı haline bakarak. "Ne oldu sana?"
"Dün akşam ateşim çıktı otuz dokuza. Aldığım ilacın haddi hesabı yok. Belamı buldum galiba." Kai yanında duran şişeye uzandı, zencefilli ve limonlu bir şeyler kokuyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/317707376-288-k87765.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ikigai, minsung
Fanfiction"Kaybettim seni," diye fısıldadı elinin tersiyle gözyaşlarımı silerken. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyor, kış soğuğunda bile ısıtmayı başarıyordu tenimi. "Tarih tekerrür edecek demiştim. 25 Ekim 2008'de kaybettim, 25 Ekim 2020'de bir daha kaybettim. Kay...