BÖLÜM 3

88 6 1
                                    

"Haftaya kesin geliyorsunuz yani?" Anneme sormuş olduğum soruyla heyecanım iki kat daha arttı. Sevinçten yerimde zıplıyordum. Koskoca üç ay sonunda görüşebilecektik.

"Evet!" Annemin mutlulukla söylediği kelimeyle daha da sevinirken "Oley!" Diye bağırdım. Onları çok özlemişim.

Bir süre daha heyecanlı konuşmamızı sürdürüp telefonu istemeden de olsa kapadım. İşe gitmem gerekiyordu ve açıkçası bana sorarsanız bugün hiç de işe gitmek istemiyordum. Dışarıda yağan sağanak yağmur adeta bana evde kalma uyarısı yapıyordu ama işe gitmek zorundaydım. Kovulmak için bir neden daha oluşturmak pek mantıklı değildi.

Zorla kendimi evden dışarıya attığım da ayaklarımı AVM ye kadar hareket ettirdim. Sonunda kafeye gelebildiğimde asık yüzlü çirkin patronum beni kapıda karşıladı.

İğneleyici ses tonuyla "Yedi dakika geç kaldın." Diye de eklemeyi unutmadı. "Bir daha olmaz." Deyip hızlıca geçiştirdim. Yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirip "Zaten bir daha olursa kovulacaksın." Dedi ve omzuma çarpıp yanımdan geçti. Hızla arkama dönüp uzun sırtına baktım. "Geç kaldım diye beni kovamazsın!" Diye yakınırken dönüp yüzüme bakma gereksinimi bile göstermeden gözden kayboldu.

İçimden patronum olacak adama saydırırken soyunma odasında üzerimdeki kıyafetleri yırtarcasına çıkarıp iş kıyafetlerimi giydim. Aynada kendi yansımama bakarken gözlerimden fazlasıyla sinirlendiğim belli oluyordu. Kahverengi irislerimi gri bir sis dumanı kaplamıştı.

Sesli bir şekilde iç çekip aynadaki yansımama her şeyin güzel olacağını hatırlattım. Buradan kovulursam başka bir işte bulabilirdim.. ya da bulamazdım. Ahh, daha ne yapacağımı bile bilmiyordum.

Aynada yansımamı incelemeye devam ettim. Bir süre sonra kendime bakmaktan sıkıldığım bir noktaya gelmiştim. Bakışlarım sinirden yere atmış olduğum kıyafetlere kayarken kendime son bir kez daha bakıp kıyafetlerimi toplamaya başladım. Son parçayı da elime aldım ve tam doğrulduğum sırada kapının açılma sesiyle yüzümü çevirdim. Daniel kapının kenarına yaslanmış beni izliyordu. "Günaydın. " demesiyle gülümsedim ve "Günaydın. " dedim. Yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle odaya girip dolabına yöneldi, bende kıyafetlerimi askıya asıp dolabımı kilitledim ve Daniel'e nasıl davranmam gerektiğini bilmeden kararsızlıkla ayaklarıma bakmaya başladım. Sonra da hiç düşünmeden kafamı kaldırıp "İşi sevdin mi?" Diye sordum. Cevabından korktuğum bu soru içimi kemirip duruyordu. Tek çarem işi sevmemesini ummaktı.

"Yorucu." Düz bir şekilde söylediği kelimeye gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. "Başka?" Diye sorarken dudağımı ısırdım ve cevabını beklemeye koyuldum. "Açıkçası sevmedim." Dedi dolabıya uğraşırken. İçimi bir sevinç dalgası kaplarken heyecanla "Yani işi bırakacak mısın?" Diye sordum. Bakışlarını ilgilendiği dolabından kaldırdı ve kaşlarını çatıp "Gitmemi mi istiyorsun?" Diye sordu. Kaşlarımı kaldırıp hızla "Hayır, yanlış anladın. Ben sadece.. şey.." Diye saçma şeyler gevelerken "Sen sadece ney?" Dedi. Kaşlarımı ne kadar çatabiliyorsam o kadar çatıp "Yok bir şey, yanlış anladın." Dedim ve arkamı dönüp kapıya yöneldim.

"Merak etme seni kovdurmam." Tam kapıdan çıkarken söylediği cümleyle topuklarımın üstünde dönüp "Ne demek istiyorsun?" Dedim. Şaşkınlığımın yüzümden okunmamasını diliyordum ama başarılı olduğumu düşündüğüm pek söylenemezdi. "Eğer işe alınırsam kovulacağından haberim var. Merak etme izin vermem." Dedi ve dolabının şifresini girdi. İçimde rahatlama hissederken merak duygum kendini göstermeye başlamıştı. "Bu işlerin senin izin verip vermemenle alakalı olduğunu düşünmüyorum. " dedim. Bakışlarını benimle buluşturup "Belki ben yapmam ama yapacak olan kişiye söyleyebilirim." Deyip göz kırptı ve bir şey dememe fırsat vermeden odadan çıktı. Arkasından şaşkınca bakıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Kime söyleyebilirdi ki?

**

"Bir orta boy white chocolate mocha." Önümdeki genç kadının siparişini alıp karton bardağa yazmak için adını sordum. "Emilia." Demesiyle hızla bardağa ismi ve kahvenin adını yazıp Daniel'e uzattım.

"Nasıl yapılıyordu?" Sorusu üzerine tarifi anlatırken kahveyi kendim yaptım. Sonra da "Böyle." Deyip elimdeki bardağı ona uzattım. O da kadına uzatırken "Bir dahakine unutmam." Dedi. Onunla soyunma odasında söylediği şey hakkında konuşmak istiyor ama ne zaman konuyu açsam patronun olacak gıcık herif. "Sohbetinize bir son verin." Diye yanımızda beliriyor ve sadece işle ilgili konumaşmamızı istiyordu. Gerçi konuşacağım konu da işle ilgiliydi ama bunu anlamakta zorluk çekiyordu.

Etrafa iyice göz gezdirdim. Patronun olmadığına emin olduktan sonra "Kovulmamı nasıl engelleyebilirsin?" Diyerek direk konuya girdim. Başka bir kahveyi hazırlıyordu ve tüm dikkati sanki bir heykeltıraş edasıyla yaptığı kahvedeydi. "Babama söylerim o halleder. Rahat ol." Dedi ve kremayı bardağın içine boşalttı. "Baban ne yapabilir ki?" Diye sorduğumda sesli bir şekilde iç çekip "Çok soru soruyorsun." Diye söylendi. Gözlerimi devirip "Sende istediğim cevabı veriyorsun." Dedim. Bu sefer gozlerini deviren taraf o oldu. "Başka bir şey bilmene gerek yok." Dedi ve açıkça konuşmak istemediğini belirtti. Yüzümü asıp işime geri döndüm.

Mola saatim gelene kadar birbirimizi görmezden geldik. İşle ilgili olmadıkça ağzımızı bile açmıyorduk. O konuşmak istemiyorsa ben de konuşmazdım. Kimseyle zorla bir iletişim kurmak gibi bir derdim yoktu.

Teresta oturmuş yağmurun kokusunu içime çekerken "Kitabı okudum." Diye birden yanımda belirdi. Ben kafamda ışınlanma gücünün olup olmadığını sorgularken o elindeki kitabı bana uzattı. Düşüncelerimden sıyrılıp elinden kitabı aldim ve "Ne kadar çabuk. " Diye mırıldandım. Kitabı ona dün vermiş olamama rağmen hemen bitirmişti. Onun bana verdiği kitap ise hâlâ evdeydi ve daha yarısına gelebilmiştim.

"Akıcıydı. Çabuk bitti." Dedi ve ileride gözüken ağaçlara gözlerini dikti. "Peki beğendin mi?" Diye sorarken bakışlarım üzerindeydi. "İlginçti, beğendim." Deyip yüzünü bana doğru çevirdi. Ne demem gerektiğini bilmeden saçma bir şekilde kafamı salladım. Yem yeşil gözleriyle beni izlerken düşünmek pek kolay olmuyordu.

Bakışmamız iyice yoğunlaşırken ikimizde gözümüzü kırpmıyorduk. Sadece gözlerimizin içine bakıyor ve nefes alıyorduk. Bu şeyin ne zaman sonlanacağını ve bir hapisane gibi beni içine hapseden bu gözlerden nasıl kurtulacağımı düşünürken telefonum çalmaya başladı. Hapisaneden kurtulmanın verdiği rahtlıkla telefonuma baktım. Arayan annemdi.

"Efendim." Diye telefonu açarken Daniel'in bakışlarıda benden uzaklaşmıştı. "İşten ne zaman dönmeyi planlıyorsun? " Annemin söyledikleriyle kaşlarımı çatarken "Anlamadım?" Dedim sorarcasına. "Süprizz!!" Diye bağırmasıyla telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Tekrar yaklaştırdığımda "Ne demek istediğini anlamıyorum anne." Diye söylendim. İçini çekti ve "Belki şuan İngiltere de teyzenin evinde olabiliriz." Dedi. Gözlerim büyürken aynı zamanda içimdeki mutluluk da hızla büyüyordu.

İngiltere YağmurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin