BÖLÜM 1

548 14 10
                                    

İngiltere, kasvetli havanın, yağmurun, koyu bulutların ülkesi...

Londra ise tek kelime. BENİM şehrim.

Lisenin başında gelmiştim buraya, teyzemin yanına. İyi bir eğitim almak için istediğim bir bölgeydi. Tabi tek nedeni eğitim değildi. Londra her şeyine aşık olduğum bir şehirdi. Havası... yağmuru...ıslak toprağının kokusu...bulutlarının koyu gri oluşu... her şeyi... her şeyi beni cezbediyordu. Genelde insanlar kasvetli havaları sevmezlerdi ama ben o insanlardan değildim. Bu tür havalar beni kendi düşüncelerimle baş başa bırakırdı. Yalnız kalmayı, kendi düşüncelerimle iç içe olmayı severdim. Gerçi bu son iki yılda fazlalaşan bir özelliğimdi.

Buraya geldiğimin ilk senesi teyzem bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Çok sevdiğim teyzem, çok sevdiğim bu şehirde beni yalnız bırakmıştı.

Tek başına kaldığı evi ise anneme geçmişti. Zaten satılmasına hiç bir şekilde izin vermezdim.

Türkiye'ye geri dönmem için hem annem, hem de babam başımın etini yemişti. Onlar benimle inatlaştıkça bende inatlaştım ve dönmeyeceğimi kesin bir dille belirttim. Bir süre sonra her şey yoluna girdi. Arada ziyaretime gelen ailem ve arkadaşlarım hariç yalnız yaşamaya alışmıştım. Teyzemin yokluğu fazlasıyla göz önünde olsa da artık bu evde onun boşluğu gün geçtikçe azalıyordu ya da ben öyle düşünmek istiyordum.

Çalar saatin tırmalayıcı sesiyle gözlerimi açtım. Hafta sonu gelmişti. Pazartesiye herkes iğrenç gözüyle bakabilirdi ama benim içi her gün aynıydı. Hafta sonu daha kötü geçiyor bile diyebilirdim. Bir alışveriş merkezinin içindeki starbucks da yüzlerce insana kahve yapmak işkenceydi. Tek güzel yanı kahveden bedava yararlanabilmemdi.

Yataktan kalkıp kıyafetlerimi üzerime geçirdim ve koşar adımlarla merdivenlerden indim. Televizyonda bir müzik kanalı açıp sesini yükselttim ve mutfağa girdim. Teyzemin evi bir banliyö bölgesindeydi. Şirin bir banliyöde yaşamak gibisi yoktu.

En yakın komşu yaklaşık yüz metre ilerde olduğu için yüksek sesle müziğimle rahatsız edebileceğim pek insan yoktu.

Tost makinesinin ısınmasını beklerken şarkıya bağırarak eşlik ediyor ve Avicii ninkeyfini doruklarda yaşıyordum.

Kötü sesimle bağırarak şarkı söylerken bir yandan da tostumu hazırlıyordum.Yanlız yaşamanın artısı : evde her şeyi yapabilmek. Eksisi : Benim gibi üşengeçlikte mastır yapmış bir kızın kendi yemeğini hazırlamasıydı. Yemek kitabı koleksiyonum mutfakta kendime kitaplık yaptırmama sebep olmuş ve eve gelen herkes mutfaktaki kitaplığın varlığını sorgulamıştı. Gerçi yemek kitapları çok gereksizdi. Yemekleri onlara bakarak yapardım ama tatlarının pek güzel olduğuna rastlamamıştım. Türkiye hakkında özlediğim şeylerden onu listesinde yemekler ilk beşe rahat girerdi.

Tostumu yavaş ve sindire sindire yedikten sonra çantamı alıp evden çıktım. Bazen yürümeyi, bazende bisiklet sürmeyi tercih ederdim. Bugünkü tercihim bisikletten yanaydı.

Kulaklıklarımı takıp pedal çevirmeye başladım. Ağaç ve ıslak çim kokusunu içime çekerek kendimi hayallerime bıraktım. Hayal kurmak bana göre muhteşem bir şeydi. Her zaman beni mutlu etmeye, yaşamak için sebep oluştururlardı. Boş boş yaşayan insanları hiç bir zaman anlayamamıştım. Benim için her zaman hayallerim ve hedeflerim olmalıydı.

Alışveriş merkezine geldiğimde bisikletimi kilitleyip içeri girdim. Güvenliğe selam verip Starbucks dan içeri girdim. Kıyafetleri değişip işime koyuldum. Daha yeni başlamış olmama rağmen mola saatimi dört gözle bekliyordum.

Yoğun bir kaç saatten sonra mola verdiğimde kendime bir kahve yaptım.

Patronumdan gizli yapmak kahvemin tadını her zaman için daha da güzelleştiriyordu. Terasta kahvemi yudumlarken yanıma patron gelmişti. Çok mu şom ağızlıydım ne? Uzun bir fırçalamanın ardından sonunda asıl konuya gelebildi;

"Yarın yeni çalışan gelecek." Dedi. Kaşlarımı kaldırıp baktım. "Yani?" Dedim. Sonuçta yeni birinden bana neydi ki?

"Yanisi canım, böyle kahvelerden içmeye devam edersen yerini alacak kişi o olacak."

Şaşkınlıkla sakallarının daha bugün kesilmiş çirkin yüzüne baktım. Burada neredeyse bir buçuk yıldır çalışıyordum ve ne kadar yorucu olursa olsun burayı seviyordum.

Bir süre cevap vermeden beklediğimi görünce arkasını dönüp gitti. Bende elimdeki kahve bardağına baktım ve çöpe attım. Değil bir daha çalışırken kendime kahve yapmak, artık normal bir şekilde bile yapmayabilirdim. Çünkü bu işe ihtiyacım vardı. Bir audi için kendime para biriktiriyordum. Tabi daha arabanın yarısının fiyatını bile biriktirememiştim ama o arabayı istiyordum.

İşten çıkıp eve geldiğimde günün yorgunluğu fazlasıyla üzerimdeydi. Hemen kendime en kolayından bir şeyle hazırlayıp mideme indirdim. Yemeğimden sonra televizyonun başına geçtim. Her ne kadar düşüncelerimden uzaklaşmak istesem de yapamıyordum. İçimde kovulma korkusu vardı. Gelen kişinin benden daha kötü olmasını ümit ediyordum ama buda benim vicdanımı etkiliyordu. Ya paraya ihtiyacı olan biri gelirse? Ya da işi benden daha çok hak eden? İkimizde kalsak olmaz mıydı ki?

Sıkıntıyla iç çektim ve patronuma küfürler savurmaya başladım. O çok değerli kahvelerini içiyorsam ne olmuştu? Zaten bir sürü müşterileri vardı.

Bir süre sonra uykum geldiğinde kendimi salondaki koltukta olmama rağmen uykunun kollarına bıraktım.

Yine o iğrenç alarm sesi ve yine bir iş günü. Üstelik kovulma olasılığım var. Aman ne hoş(!)

İş kıyafetlerimi giyip kasanın arkasına geçtim. Daha erken olduğu için pek yoğun değildik. Bir müşterinin kahvesini verdikten sonra patron yanında biriyle başıma dikildi.

Yanındaki kişiye baktığımda benden bir iki yaş büyük gösteren, kumral, uzun boylu, yeşil gözlü ve yapılı bir çocuk duruyordu. Kabul etmek gerekirse tamam, çok yakışıklıydı.

"Yeni çalışanımız." Dedi patron bana sinsice gülerken. Sen şuna 'seni kovduracak kişi' desene. Diye geçirdim içimden.

"Hayırlı olsun." Diye Türkçe mırıldandım. Tabi kimse beni ne duydu, ne de anladı derken çocuk çarpık bir şekilde gülüp "Sağ ol." Dedi. Şaşkınca ona baktım. Türkçe biliyor muydu?

Patron kendini açıklama yapmak istemiş gibi olacak ki "Daniel, bir haftalık deneme süresi boyunca bizimle çalışacak. Sonrasında da kalıp kalmayacağına karar vereceğiz." Dedi ve sinsi gülümsemesini ihmal etmedi.

Sen mankenlik yap sana oğlum. Ne işin var elin kahvecisinde?

İçimdeki saçma sapan düşüncelere son verip "İyi." Dedim patrona cins bir sesle.

Ne yapıyordum ben? Adam kovsun diye resmen eline fırsat veriyordum.

"İşinde yardımcı ol." Dedi patron mimiksiz surat ifadesiyle. Sonrada arkasını dönüp gitti.

Daniel'la yalnız kaldığımızda boş boş birbirimize baktık. Bu bakışma gereğinden fazla sürdüğünde "Peki." Dedim son harfi uzatarak. "Türkçeyi nereden biliyorsun?" Diye sordum. İşimizle alakası yoktu ama yine de merak etmiştim. "Annem Türk." Dedi ve yine çarpık bir şekilde güldü. Bunu da Türkçe söylemişti ve o zaman aksanındaki kaymayı fark ettim. Tuhaf bir şekilde bu kayma onda tatlı duruyordu.

Ona işi öğretmeye başladığımda gayet kolay bir şekilde öğreniyordu. Aslında en azından kahve yapmayı bilmesini umardım. Sonuçta kovulursam , kovulmama sebep olacak adamın usta bir şekilde kahve yapmasını isterdim ama Daniel daha normal sütlü kahveyi bile zor yapıyordu.

Akşama doğru yavaş yavaş işi kendi başına yapabilmeye başlamıştı.O kadar çabuk öğreniyordu ki gözüm korkmuştu. Bu çocuk beni kovdururdu.

Eve geldiğimde sıcak bir duş alıp kendimi yatağıma attım. Beni kovduracak kişiye işini kendi ellerimle öğretmiştim. Çok tuhaf hissediyordum. Gözlerimle kapanmadan önceki tek düşüncem ertesi sabah annemi aramak ve onunla dertleşmekti. Bana tavsiye vermesini istemekti.

-MULTIMEDYA DANIEL -

İngiltere YağmurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin