Ölgün ay ışığını altında her şey beyazın karartılı tonlarında. Siyah beyaz otlar rüzgarın hafif eliyle okşanıyor. Memnuniyetlerinin belirtisi hışş hışş. Geceye yakışan tek ses bu olmalı. Cansız devlerin ışıkları sönmüş. Sokakları bekleyenler köpekler bir de her biri bir gardiyanı andıran sokak lambaları. Yapay yıldızlar. İnsanların cennet merakları ya da nurlanma sevdalarının vücut bulmuş halleri. Bu devlerin altında uçuşan yarasalar yolun sıcağı ile çekilen böceklerle besleniyorlar. Ortalık can pazarı. Her böcek kendi canı için kaçıyor. Medeniyet ortasında yaşanan vahşet. Huzurun görünmez ayıbı. Bunu kimse bilmiyor. Gece, olup bitenin izlerini usta bir katil gibi siliyor.
Toprak alnını göğe uzattı. Gök eğilip toprağın alnını öptü. Göğün ılık dudakları toprağın taş kalbine kadar tesir etti. Bir an her şey dondu. Karanlık, otların sesi, medeniyetin ayıbı,insanların nefesleri, gardiyanların ışıkları...
Toprak balçık kıvamına geldi. Ne aktı ne de bulaştı. Bir beden kustu öz ağzından . Kokusu ve rengi kendinden olan. Tiksinir gibi kustu. Çiğneyemediği bir parçayı tükürürcesine çıkarttı.Bir an derin bir nefes alır gibi esnedi ve taş kesildi. Gök rüzgarlarla çevrelediği karanın bilinmeyen tonlarından olan bir ruhu bedenin üzerine hapsedercesine getirdi. Ruhun rengi içindeki kötülüğü de iyiliği de gizleyecek kadar yoğundu. Tül tül dökülen simsiyah bir ruh. Yalnızca ince ve zarif elleri belli oluyordu. Becerikli görünen. İncecik uzun parmakları parlıyordu. Siyah bir parıltı. Ruh bedenin içinde yavaş yavaş kayboldu. Zaman daha fazla tutamadı feleğin dişlilerini ve her şey akışına döndü. Gök karındaşı toprağın yüzünü hafif bir rüzgarla okşadı hemen ardından bedenin üzerinden ait olduğu yere ,yüceliğe çekildi.
yabancı doğruldu. Etrafını otlar sarmıştı, kurtuldu. Toprağın canı yanmıştı , yabancıyı kendine yük saydı. Yabancı bütün ağırlığını verip adım atmaya başladığında toprak ondan daha da fazla tiksindi. Diken diken oldu toprağın yüzü.Balçıklaştı hemen ardından. Geri istedi bedeni şımarık bir çocuk hırçınlığıyla. Yabancı bu alemin kendinden olmayana nasıl işkence edeceğini anladı. batmaya başladı her adımıyla daha da derine doru ve neden sonra bedenini toprağa bıraktı. Ruh boşlukta süzülürken bedeninin balçığın içinde nasıl kaybolduğunu köklerce nasıl derine hiç zaman kaybetmeden nasıl çekildiğini ve sindirildiğini dehşet içinde seyretti. Hızlı olmalıydı. Yok olmadan bu kıskaçtan kurtulmalıydı. Boşlukta süzülürken gök onu fark etti. Kendi diyarında hiçbir şey o izin vermeksizin boşluğun o dingin portresinde yer alamazdı. Şimşekler boşluğu aydınlatırken beyazlık ruhun karasında kayboluyordu. Gök sonunda sert rüzgarlarını saldı ruhun üstüne. Zaman, alemlerin soylusu, üçüncü karındaş da sonunda ruha dokundu ve git gide yavaşladı ruh. Bu dokunuşla bir araya gelen üç karındaş alemi uyandırdı. alem ruha kendi isteğince bir form biçti. Ruh artık korkuyla delilik arası bir yerde evrende yok olacağını anlamıştı. Kurallar açıktı her alem ilk önce kendileştirir ve bu sıradanlık içinde sonunu getirir. Her sıradanlık yitip gitmeyi doğal bir sonuç olarak gösterecek ve kabullendirecektir. Ruh ayakları ile toprağın yüzüne çimenlerin dokusuna dokundu. Akla dolmakta olan göz çukurları ile ayaklarına baktı. Kemik ve kas dokusu. Zayıflıyordu. Hissedebilirse acı da çekecekti. Göğsü kabardı. Hava ciğerlerine doldu. kaburga kemiklerinin beyazlığı ve ciğerlerinin inip kalkmasına bakıyordu. Son onun için ıslığını çalıyordu bu sefer. Sokağın başındaki bir evin bahçesine kendisini attı. Taşlı bir yoldan az ilerledikten sonra çelik işlemeli kapının önünde durdu. Bir eli et ve kemikle örülmeye başlamıştı bile. tereddütsüzce hala kendi formunda olan sis elini kilitten içeri soktu. Kapıdan çelikvari bir ses geldi ve açıldı. Yabancı kendini içeriye zor attı.
çelik kapıyı ardından sessizce kapattı. dışarısı içeride hüküm sürmemekteydi.duvarları ev ahalisinin resimleri ile bezenmiş dar ve uzun koridorun başındaydı. anılar geçidi... bir nevi zamanda yolculuk gibi. Büyük kalın plastik çerçevelerin ardındaki donmuş zamanlar. Altın renkli bir kadının kucağındaki bir bebek ve üzerilerine eğilmiş kapkara bir adam tıpkı gölgeyi andıran karanlık bir yanı olan. Yabancı resimleri yavaş yavaş incelemeye devam ediyordu. aynı beyaz bebek tıpkı onun dünyasının ışığı tonunda olan bebek ve elindeki çıngırak. çıngırak dikkatini çekmişti çünkü baktığı önceki resimde de aynı çıngırak vardı ve bebeğin ardındaki aynı gölge yine o adam. Yabancı resimlerden pek hoşnut olmamıştı.Altın kadın , beyaz bir bebek ve arkalarındaki gölge. hepsinden daha büyük ,orantısız ve kaba . o resme yakışmayan ve de ürperten bir boşluk gibi. adam gülümsemeye de çalışmış ancak bu onun sadece vahşiliğini daha da ön plana çıkartmıştı. yabancı ürpermişti.hızlı hızlı göz gezdirmeye başladı resimlere. yaşlı kadınların elleri arasındaki yine o beyaz tenli bebek. altın kadına uzatılırken. fotoğrafın tam arkasında yine o siyahlık. güneşin altında el ele çekilmiş bir fotoğraf daha altın kadın güneşin kızı gibi duruyor ve kara adam gözleri kızık ileriye bakmaya çalışırken. altın kadın hamile boşta kalan eli göbeğinde. yabancının aklına kayıp diyarların kehanetleri geldi bir an. atalarının onlara anlattıkları. evrenlerin yıkılışlarına dair. evrenlerin klasikleşen masalları. karanlığın oğlu ile güneşin kızı evlenir , bir çocukları olur . destanın bu kısmı dinleyen herkesi etkilemiştir. her evrende çocuğun ayrı ayrı adı vardır. mutlak , olanak, kudret,geçit...karanlık yıkımı güneş yaratmayı temsil etmektedir. bu düzen bir gün bozulacak olursa şayet bu evren sadece ağlayacak ve ağlayacak yok olacak ve evrendeki her dinin bağlı olduğu tanrılar katı neresi ise asıl savaş asıl kıyım orada devam edecek bilinen her düzen silinecekti. Seyyah daldığı hülyadan uyandı. Treayen kutsal krallık diyebildi. kendince duasını etti. aklına ataları gelmişti.tüm bunları ona anlatırken yüzlerindeki gizem ve inanç. bir mitten çok bir kehanet. kendini anılar geçidinden kopardı. koridoru adımlamaya başlamıştı ki bastığı yumuşak ve tüylü şey onu bir an olsun rahatlatmıştı. Engin bir okyanus motifindeki uzun yolluk... dalgaları hırçın ve büyük. yolluğa mavinin her tonu işlenmişti. ne bir kara ne bir sığınak bir su cehennemi. yabancı elleri ile kafasını korudu birden ,kulaklarının dibinde şimşekler çakıyordu. koridoru yüzüne bakan kısmından bir rüzgar sökün etmişti. tül tül bedeni geriye doğru bir dalgalanmaktaydı. başını yukarı kaldırdı yabancı. germe tavana bir gök yüzü resmedilmişti. fırtınalı bir gök. resimlerdeki kara adama eş kara kara bulutlar.o bulutlar ki an be an hareket ettiler. koridorun bir ucundan diğer ucuna gidiyorlardı. şimşekler çaka çaka gidiyorlardı. koridorun tam ortasında kocaman bir yıldırım yolluğun üzerine düştü. bir tane daha ve ardı sıra bir tane daha. yabancı iyice büzüşmüş neler olduğunu anlamaya çalışırken dehşet içindeydi. resimlerin asılı olduğu duvara dayanmış ve eğilmişti. kafasını bir kere daha kaldırdı. kaldırmamalıydı. duvardaki asılı fotoğraftaki kişi eğilmiş ona bakıyordu. kendi aralarında konuşup onu işaret ediyordu. kara adamın kapkara gözleri vardı. birer mezar birer kara delik gibi. bir yıldırım daha indi yolluğa bu kez her yer okyanustu. azgın bir okyanusu buz gibi suları. yabancının içinde olan bir okyanus. çalkantılı ve hayata tasallut eden.
güle güle derinliklere-ve elbet gider her ruh o derinliklere -zaman bir vardır bir yoktur -şimdi sana güle güle.
duyduklarına inanamıyordu yabancı onca dalga sesi arasında çırpınmanın arasında gayet netti duydukları. yabancı anlamıştı bu alem an be an derinleşmekteydi. her yeni alem bir sonrakini bir sonrakini ve derken sonsuzluğu ortaya çıkarmaktaydı. nasıl nasıl bu kadar kolay olabilirdi. ışık yıllarını atlamak ve bilinen haritaları gezmek bu kadar zorken alemlerin burada kesişmesi ve birbirine geçiş nasıl bu kadar kolay olabilirdi. korkusu kaybolmak değildi. ölünce ne olacaktı. ruhu nerede sıkışıp kalacak ve daha ne kadar derinlere inecekti?
yıldızlarla dolu bir göğün altında sürüklenmeye başladı. o an bacak kaslarının yandığını hissetti. içinde bulunduğu alemin ona biçtiği form tamamlanıyordu ve burada şansı yoktu. acizdi bu form. hayatta kalmak için değil hayattan ayrılmak için tasarlanmıştı sanki. gittikçe dibe çekiliyor ve karşı koyamıyordu. bir an durdu. çırpınmaktan çok düşünmeye ihtiyacı vardı. ciğerlerini hava ile doldurdu.Sol elini uzattı göğe son bir umutla. sol eli hala gölge formundaydı.yabancı dibe dalarken gölge formundaki elin uzadığını gördü. göğe uzanan bir umuttu o artık. bir zaman boşlukta yol aldı. yabancının uğuldayan kulaklarında yol aldı. karanlıkta yol aldı. bir yıldızı yakaladı bir anda ve kara mavi okyanustan yıldızlara doğru ölgün bedenini sürükledi. ilk şimşekleri geçti sonra atmosferi ve bir an karanlığı ardından gelen beyazlığı ve yolluğun tekrar üzerinde idi. Yüzü koyun yatarken buradan bu cehennemden çıkmanın bir yolunun bulması gereğini çok iyi anlamıştı. dışarısı tehlikeli idi içerisi ise dışarıdan daha da tehlikeli idi. attığı her adım bu alemin alt boyutlarına açılıyordu ve resimde gördüğü o gölge bu evin üzerinde büyük oyunlar oynamaktaydı dostça olmayan oyunlar. doğruldu. resimlerin tam karşısındaki duvara yaslandı. o aile saadeti resmine bakıyordu. Resimdekiler de ona bakıyordu. Yabancı doğrulmaya çalıştı bir an için. olmadı. duvardan bedenini ayırmaya çalıştı ama nafile. duvarın her pürüzü birer ağız olmuştu ve ufak ufak lime lime yabancıyı parçalamaya başlamışlardı. ufak ısırıklar. büyük ısırıklar. duvardan çıkan kollar yabancıyı sıkıca kavramıştı. boğazından, ayak bileklerinden ellerinden. Duvarın elleri ve kolları sonsuzdu. yabancıyı yavaşça havaya kaldırdılar ve yüzünü kendilerine çevirdiler. dişlerini acımasızlıklarını en önemlisi de yabancıya yabancının kanını göstermek istediler. duvarda bir birinden bağımsız bir sürü yüz belirmeye başladı. gözleri bağlı, ağızları bağlı. yabancı duvarın soğukluğunu ve yeni oluşan derininin parçalanırken verdiği acıyı kanının ısısını o an keşfetti. çaresizliği tattı. duvar elden ele koridorda bedeni gezdirirken yabancı bir kapının tokmağına bütün kuvvetiyle asıldı. o an duvar sarsıldı. kısık bir tıslama ile yabancıyı bıraktı. dişler ve yüzler yok oldu eller ve kollar yok oldu. yabancı kendinden geriye kalanla yapışmıştı o kola. diz çöktü nefes nefese idi. gözyaşlarının ıslattığı yüzünde korku ve sonun tatlı seyirmeleri vardı. kendince dua etmeye başlamıştı. TENTENİN KUTSAL KORUYUCULARI BENİ YANINIZA IŞIĞINIZA KABUL EDİN. kapı tokmağı dışa doğru çıktı ve yabancıyı karşı duvara kadar fırlattı. kapının beyaz odunsu yapısından bir devin bacakları çıktı ilk olarak sonra kocaman gövdesi ve eğilen başı ile kendisi. kahverengi odunsu bir dev. yabancıya baktı tek gözü ile ve kocaman çocuksu ağzı ile gülümsedi. yabancı ise arkasının duvara dönmüş diz çökmüş ve elleriyle kafasını korumaya çalışırken top gibi şey olmuştu. dev onu tek eliyle belinden kavradı. yabancıyı tek gözüne kadar kaldırdı. yabancı inanamıyordu. cehennemlerden hangisinde idi? bir alemin içinde bu kadar alem nasıl açık kalabilir ve bu kadar kolay geçiş sağlanabilirdi. yabancı kemiklerinin birbirine geçtiğini hissetmeye başlamıştı bile. dev onu bir bebeğin masumiyeti ile sıkıyordu. nefes almak güçleşmişti iyice. devin eline vuran ellerindeki damarları iyice kabarmıştı. yabancı daha fazla dayanamadı ve kendini bıraktı. dev bilinçsiz bedeni elinde bir çıngırak gibi salladı. yabancının kafası duvarlara vurdukça bu sesten hoşlanan dev bunu bir kaç kere daha tekrarladıktan sonra geldiği kapıdan içeri girmeden önce sağ ayağını hızlıca yere bir iki defa vurdu. okyanus bulandı. dev bir kere daha vurdu ve sonunda bir ayağını biraz suya sokmuştu. bir bebeğin kahkahası ile ıslattı ayağını ve beyaz kapıdan kendi diyarına girdi. o an koridordaki germe tavan mavi bulutlu haline geri döndü. yolluk eski durgun okyanus haline göndü. resimdeki gölge suratındaki gülümsemesi ile bebeğe ve kadına çevirdi bakışlarını. koridor normale döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yetmis yedi bin
FantasyÜÇLEMENİN İLK KİTABI - YETMİŞ YEDİ BİN- ''Kan kıvamı adam elleri ile toprağı yüzünden tuttu çekti kendine doğru. toprağın karındaşı gök adamın tepesine bütün hışmıyla indi. adam göğü de kan kırmızı renginden yakaladı. zaman son karındaş da kan kıvam...