BİR GÖZÜ CENNET BİR GÖZÜ CEHENNEM

76 5 0
                                    

bir ayanın içinde kendine geldi yabancı. pembe bir göğe gözlerini açtı. tatlı kokan bir rüzgarın hüküm sürdüğü pembe bir gökte kocaman bir ayanın içinde idi. gözleri ile kudreti dehşetle süzdü. içinde bulunduğu ayanın bir çizgisinin içinde sırtüstü yatıyordu. dizleri üzerinde doğruldu. haykırmak geliyordu içinden. nasıl bir şeyin içine düşmüştü? dengesini kuramadı aya sarsılıyordu. başını yukarı kaldırdı. kendisini yakalayan devdi bu emindi ama devin kafasını göremiyordu. eflatun bulutların arasında kaybolmuştu devin vücudunun üst kısmı. olduğu yere oturdu. kendini dinlenmiş hatta tazelenmiş hissediyordu. diğer diyarlara benzemiyordu bu diyar. dost canlısıydı hatta. biçimini kabullenmiş hatta ona yaşam hakkı tanımış gibiydi. bir an için buranın bir parçası olabileceğini düşündü yabancı. burada dinlenip sonrasında bir çıkış yolu bulup kendi alemine geçebilirdi. umutla dolmaktaydı içi. gözlerini kapadı ve kendi diyarlarını düşündü. babasının yabancılık unvanını almasını düşündü. babasıyla gezdiği boyutları düşündü. topladıkları bilgileri çıkardıkları haritaları düşündü. babasının ölümünü ölürken unvanı kendisine bırakmasını düşündü. ailesini düşündü yabancı. arkasında bıraktığı ailesini düşündü. gözlerini açtı. sağ eliyle sol elini tuttu. bebeğinin ilk kez onun elini tutuşunu böyle hatırladı. formları aynı olmasa da ilk göz göze gelişlerini yavrusunun kapkara ışıktan oluşan gözlerini hatırladı. burada sıkışıp kalmamalıydı. dizleri üzerinde ayanın kenarına kadar geldi. aşağısı dipsizdi. sonsuzdu. devin beline kadar olan kısım görünüyordu. sonrası yine bulutlar. bulutların hemen üzerinde uçan kuş sürüleri. belli belirsiz sürüler birer sineği andırıyordu. yabancı bir an düşündü. form yoksa beden yoktur beden yoksa enerji vardır. enerji belki de beklediği sıçramayı yapabilir ve onu bu belirsizliklerle dolu alt alemlerden çıkarabilirdi. gözlerini sımsıkı yumdu. bağırmamak için bir eliyle ağzını kapatmak istedi. atlayacaktı. külçe gibi düşen bedeninden sıyrılıp özgürlüğe kavuşacaktı. sonra ışığın koruyucuları onu bulup Treayen kalesine diyarının yenilmez savaşçılarının yuvasına taşıyacaklardı onu ve ailesine teslim edeceklerdi. eli ağzını kapattı ancak dudaklarından sızan kanla gözlerini açtı. inanamıyordu. eli mat ve ağır bir hal almıştı. parlak ağır ve dolgu gibi eklem yerleri olmayan... zorlukla vücudunu çevirebildi. bu diyar ona formunu çok hızlı biçmişti. o artık bu alemindi. acı bir iniltiyle sadece hayır diyebildi. hayır bu olamaz. kendini boşluğa bıraktı. ayadan düşen bir toz tanesi gibi aşağı iniyordu. aşağıdaki kuş sürüsüne doğru. düşerken formu tamamiyle oturmuştu. bir oyuncak adam aşağı düşüyordu. yabancı havada dönmeye çalıştı ancak dengesini kurmak bu bedende iken imkansızdı. o şimdi bir hiçti. asıl bu alemde güçsüz savunmasız ve yenikti. nasıl da anlayamamıştı masumluk maskesi altında kendi sonuna doğru düşüyordu. Treayen diyebildi. hızlıca kuş sürülerinin ortasından geçti.sürüler olduğu yerde bir helezon yaratarak dönmeye başladı. bir araya gelerek gökkuşağı renginde kocaman bir kuş biçimi aldılar. yabancıyı ürküten bir çığlıkla peşine düştü bu kuş. Alaca kanatlarında sarı alevleri olan gagası kan kırmızı gözleri olmayan bu devasa kuş dalmaya devam eden yabancıyı geçti sonra onun tam altında durdu. havada asılı kalır gibi durdu. kanatları yeri kaplıyordu. yabancı kuşun üzerinde düştü ve öylece kalakaldı. sadece pembe gökyüzünün plastik tenini yalamasını hissederken devin gövdesinin arkada kalmasını izliyordu. devin gövdesini izliyordu. devin de bedeni plastik yapıdandı. parlak bir plastikten. evet o da bu alemdendi ve çıkmasına izin yoktu bunu anlamıştı. yok edilmek istense çoktan yok olabilirdi. peki nereye ve neden? gök ara ara uçan dağlarla kaplı idi. her dağın yamacında kuş sürüleri dağların etrafında kümeler halinde uçuyorlardı. rengarenk kuşlar. yabancı dönmeye çalıştı. çok zorladı ve sonunda dönebildi. yüzüstü yatarken aşağıyı göremese de önünü bir parça da olsa görebiliyordu. uçsuz bucaksız dümdüz ve kırmızının her tonundaki toprağın üzerinde koşan binlerce sürü yer yer ve çok sık ormanlar, sıra sıra denizler hepsi sanki bir düzene göre dizilmişlerdi. sürüler ormanlar denizler ve tekrar sürüler ormanlar ve denizler. ileride ise tam anlamıyla seçemediği bir yükseltide kurulu bir kentin varlığı ona tekrar umut vermişti. bu olabilir miydi? kendisine yardım edebilecek bir halkın varlığı söz konusu olabilir miydi? oraya mı tanışıyordu? bir an için dünyanın dönmeye başladığı hissine kapıldı. devasa kuş ters dönüyordu. sımsıkı yapışmaya çalıştı tüylerine kuşun ancak bedeni oldukça ağır ve elleri bir o kadar hareketsiz ve güçsüzdü.düşmeye başlamıştı bile yabancı çığlıklar eşliğinde. an be an aşağı inerken Gökyüzü sakinleri seni incitmez uyarısı ile bir kuş onu onu yakalayıp bir aşağıdakine fırlatıyordu. yabancı afallamıştı. bu sefer sevinçten ağlıyordu. ilk kez bu diyarda böylesi bir iyilikle karşılaşmıştı. ama nereden çıkıyordu bu kuşlar? her bir bulut bir kuştu sadece uyuyorlardı ve uyandıkça düşmekte olan yabancının hızını kesiyorlar ve daha alt bir seviyede bir bulut oluyorlardı. yabancı ise bağırıyordu Ulu kalenin adına Koruyucuların adına Yabancıların adına beni hükümdarınıza götürün yalvarırım. sonunda kuşlar yabancıyı kırmızı toprak üzerine nazikçe bıraktılar. giderlerken kanat seslerinin arasından şu mısraları yakaladı yabancı .

bekle burada ey yabancı - kırmızılık içinde kırmızı kılavuzu bekle- toprak ana besler seni - bekle 

yabancı ne olduğunu anlamadan toprak yabancıyı sardı sarmaladı onu göğe doğdu kaldırdı. tam etrafına dört duvar ördü bir anda pencereler açtı kumlarını seyreltip yakıp camlarla döşedi. duvarların üzerine bir çatı gerdi. odalara böldü içeriyi. yataklar koltuklar şekillendi. yabancıyı yavaşça içine çekti. yuttu ve tekrar çıkarttı yabancının artık eklemleri vardı. yabancının tam önünde bir kapı açtı yabancı ilerledi yeni oluşmakta olan verandaya çıktı. önünde göz alabildiğine uzanan bir huzur vardı. oturmak istedi arkasına baktı. yeni oluşmakta olan bir sandalyeye doğru hamle etti ve oturdu. sağ elini uzattı o an bir masa elinin altında topraktan belirdi. elini masaya koydu. bekleyecekti. ne kadar sürecek bilmiyordu ama bekleyecekti.

yetmis yedi binHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin