alternatif mutlu son; ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor

347 33 18
                                    

bu bölüm tamamen sizler için umarım mutsuz sonu sindiremeyenler için güzel bir mutlu son olabilmiştir, iyi okumalar

🦢


"taehyung, kapatıyoruz."

başım öne eğik, dirseklerim tezgaha yaslanmışken konuşan namjoon hyung'a döndü odaksız gözlerim. pekala, sanıyorum ki epey sarhoştum zira önümde dikilip dikkatli gözlerle bana bakan üç adet namjoon hyung'un varlığı biraz gerçeklik dışıydı.

"gözlerini odaklayamıyorsun bile haline bak! kalk hadi." deyişinin hemen ardından güçlü kolları onun aksine epey zayıf, güçsüz kollarıma tutundu. bedenimi tek hamlede oturduğum bar taburesinden ayırdığında sarsılmanın etkisiyle zayıf bedenim öne meyletti. neyse ki, namjoon hyung'un güçlü tutuşuyla düşmenin eşiğinden dönebildim.

"vay hyung! çok güçlüsün!" diyerek kaslı kollarına ulaşıp sıkarken kafamın yerinde olmadığını apaçık beyan eden kıkırdamalar bırakıyordum. zira, ayıkken en son ne zaman böylesi kıkırdadığımı hatırlayamıyordum. epey uzak bir zaman dilimiydi benim için. o kadar uzak ki hatırımda dahi değildi gülüştüğüm, sevinçli olduğum dönemler.

hayatım jeongguk'un gidişiyle sona ermişti sanki. doğduğum an jeongguk ile tanışmamla başlamış, onunlayken büyümüş, gittiğinde ise ölmüştüm sanki. yaşamım jeongguk imiş benim, yeniden fark etmiştim onun yokluğunda. tanıştığım her yeni yüzden hayatımla ilgili aldığım soruların herhangi birine verdiğim cevap hep "jeongguk.." ile başlıyordu. "jeongguk ile gitmiştim oraya." diyorum. yahut "ben çok sevmem ama jeongguk bayılır." yanıtını veriyorum insanlara. aşina olmadığım mekanlarda başkalarıyla yediğim yemeklerde "jeongguk çok sever burayı." diyorum hep. jeongguk'un adı ile uyanıyorum kabuslarımdan sabahları. geceleri ise sarhoş bedenim sızmadan önce jeongguk'un ismi dökülüyor dudaklarımdan. jeongguk'tan başka bir şey bilmiyorum. lisanımda yalnız jeongguk'un ismi var sanki.

ilk kez yaşamıyordum halbuki böylesi bir yoksunluğu. onu bırakıp gidişimin sonrasında da yaşamıştım bunları oysa, aşinalığımın olduğu durumlardı bunlar. fakat gariptir ki ilk kezmiş gibi bir acı göğsümü kavuruyor, yok ediyordu beni. yalnız ruhen değil bedenen de bir yok oluş içerisindeydim. sanki uykularım da jeongguk'un elinden tutmuş, onunla birlikte terk etmişti beni. geceleri alkole vurmadıkça göz kapaklarım yeminliymişçesine birbiri üzerine kapanmıyor, zihnimi kapatmama izin vermiyordu. düşünce zindanımda saatlerce işkencelerimden zevk alıyorlardı sanki. eh, bu ruhani işkence zavallı bedenime de yansıyordu elbette. mora boyanan göz altlarım kanıt gösterilebilirdi bu yansımaya. öyle ki, artık alışılagelmiş bir manzaraydı aynada karşılaştığım mor göz altlarım. düzensiz uykularımın dokunduğu bir diğer durum da elbette yemek düzenimdi. sağlıklı beslenmek bir kenarda dursun, beslenmek eylemi bile nadiren gerçekleşiyordu benim için. aç açına geçirdiğim günler çoğunluktaydı. şanslıysam günde bir öğün yiyebiliyordum. bir öğün deyişim sizi yanıltmasın, ufak birkaç lokma oluyordu bu "bir öğün". tüm bu çöküş de haliyle zayıf düşürüyordu bedenimi. bale bir yana, yataktan çıktığım günlerin sayısı bir ya da iki ancak oluyordu. onlar da ya ihtiyaçlarımı karşılamak adına, yahut şimdi olduğu gibi dağılmam gereken zamanlara denk geliyordu. 

"taksiyle gidebilecek misin? mekanı kapatmam gerekiyor." ne zaman mekandan ayrılıp kapı önünde bekleyen taksinin yanında durmuştuk kavrayamamıştım bile. algılarımın üzerinde büyük bir sis olduğu barizdi ki algılayamayışımın asıl sebebi buydu. buna rağmen namjoon hyung'un sorduğu soruya kafamı onaylar anlamda sallayıp cevap verdim. "kendim hallederim hyung, teşekkür ederim." diyerek bedenimi dik bir duruşa getirip uzaklaştım ondan. çok fazla dert oluyordum ona. şimdi algılayamıyordum fakat sabah kalktığımda yüzüm kızarıyordu adeta ona böylesi yük olduğum için. "kusura bakma hyung." diye mırıldanıp mahçup bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. "dağıldım yine." dedim. dağılmıştım, hem de ne fena.

hasretinden prangalar eskittim, taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin