Bölüm 1

49 1 4
                                    

Bir beşikteymişçesine sallanıyordum. Deprem mi oluyordu? Deprem? Ailem? Ben? Ölmek? Galiba ölecektim fakat ölmek için henüz çok gençtim. On altı yaşındaydım. Sizce de çok genç değil mi?

Yaklaşık otuz saniye sonunda sallantı durduğunda rahatlamıştım ancak o an evin içinde birisinin daha olduğu aklıma geldi: kız kardeşim Deniz. Umarım Deniz de ölmezdi. Hatta Deniz'in yaşamasını, benim yaşamamdan daha çok istiyordum. Umarım tüm sevdiklerim iyidir.

"Öleceksem, lütfen yalnız olduğum bir gün öleyim." diye geçirdim içimden, yalvarır gibi.

Sahi, Deniz evin hangi odasındaydı? İşte zurnanın zart dediği yere gelmiş bulunmaktayız. Canım odamdan hızlı adımlarla çıkıp evin odalarına sırayla bakmaya başladım.

Mutfakta yoktu, salonda yoktu, benim odamda zaten yoktu. O zaman Deniz neredeydi? Son olarak tuvalete bakmaya karar verdim. Tuvalete girdiğimde yerde yatan Deniz'i gördüm. Olmasını istemediğim şeyler neden oluyordu?

Gözümden bir damla yaş firar ettiğinde kendimi tutamayıp ağlamaya başladım.

"Deniz! Hadi, kardeşim. Uyan!" deyince kafama dank etti. Bu şekilde konuşursam Deniz uyanmayacaktı. En iyisi ambulansı aramaktı.

Odamda bıraktığımı düşündüğüm telefonumu almak üzere odama gittim. Rakı beyazı renginde olan ders çalışma masamın üzerinde olan telefonumu hızlıca alıp 112 numarasını tuşladım. Ne olduğunu anlatıp, birkaç soruyu yanıtladıktan sonra evimin adresini verip telefonu kapattım.

Yaklaşık on dakika sonra ambulansın siren sesini duyduğumda içimdeki Deniz'in yaşayacağına dair umut kırıntıları birleşerek büyük bir parçayı oluşturmuşlardı.

Evimin zili çaldığında koşar adımlarla kapıya yürüdüm. Ambulans görevlilerini hızlıca içeriye aldığımda bir yandan da tuvaletin yerini tarif ediyordum.

Salona gidip bej rengi, tekli koltuğa oturdum ve beklemeye başladım.

Yaklaşık beş dakikanın sonunda Deniz'i bir sedyenin üzerinde yatarken gördüm. Deniz ölmezdi değil mi? Sanırım küçük bir bayılmaydı ancak takıntılarım beni yüksek düzeyde tedirgin etmeyi başarıyordu.

Görevliler, evin kapısını açmamı rica ettiklerinde laflarını ikiletmeden kapıya koştum ve kapıyı açtım. Kapıları açmak için görevlilerin önünden yürümeye başladım. Apartmanın son kapısı olan, sokağa çıkan kapıyı da açtığımda karşımda duran büyük ambulans aracını gördüm. Çocukluğumdan beri ambulans araçlarının içini merak ediyordum. Keşke etmeseydim. Artık hiç merak etmiyordum. Keşke başka bir hayalim gerçekleşseydi.

Düşüncelerimden sıyrılıp ana odaklanmaya çalıştım. Görevliler nihayet apartmandan çıkıp Deniz'i araca koyduklarında bende Deniz'in sedyesinin yanındaki sandalyeye oturdum. Aracın sirenleri çalışıp, hareket etmeye başladı.

On beş dakikanın sonunda hastaneye vardığımızda kapı açıldı ve görevliler yeniden yanımıza gelip Deniz'i aldılar. Onlar Deniz'i hastanenin ACİL bölümüne alırken bende onların peşinden gitmek yerine, hava almak için bahçede beklemeye başladım. İşte tam o an, annem ve babamın ne durumda olduğunu sormadığım aklıma geldi. Elimi pantolonumun cebine atıp telefonumu çıkardım. Ekranda yazan "ANNEM" ismine tıkladığımda telefon çalmaya başladı. Telefon beşinci çalışta açıldığında tanımadığım bir erkek sesi duydum. Kalbim tekledi sanki. Bir şey mi olmuştu? Ben, bu adamı neden tanımıyordum? Hattın başında neden annem yoktu? Korkarak konuşmaya başladım.

"A-alo? Kimsiniz? Annem nerede?"

"Merhaba, kızım. Ben amir Akif Erdoğan. Annenin çalıştığı iş yeri deprem sırasında yıkıldı. Anneni bulduk, durumu ağır. Hastaneye kaldırılıyor." diyen Akif Bey'e yanıt dahi veremeden, telefonum avuçlarımdan kaydı ve yere düştü. Yanımdaki ağaçtan destek alarak ayakta durmaya çalıştım.

Telefonumu almak için yere eğildim ve telefonumu aldım. Ekranda ufak bir çatlak oluşmuştu ancak bunun benim umurumda olduğu söylenemezdi. Telefon hala kapanmamıştı.

"Kusura bakmayın, lütfen. B-babam var, Ahmet Temizkan. O iyi mi?"

"Bilmiyorum, efendim. Henüz onunla ilgili bir bilgi gelmedi. Eğer gelirse sizinle mutlaka paylaşırım."

"Tamam, çok teşekkür ederim. Bu arada, hangi hastaneye gidecek annem?"

"Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesi'ne." diyen Akif Bey'e bir şey söylemeden hemen telefonu kapattım. Bir avantajımız vardı. O da şu anda zaten Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesi'nde olmamdı.

Kalbim, göğüs kafesimi delecekmişçesine atıyordu, gözlerimden yaşlar seri bir şekilde akıyordu ve ben, avcuma sıkıştırdığım telefonumla ağaçtan destek alarak ayakta durmaya çalışıyordum.

Hayatım bir günde ne kadar berbat olabilirse, bugün o kadar berbat olmuştu.

TUTSAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin