BÖLÜM 2

24 1 0
                                    

Telefonumun zil sesini duyduğumda gözlerimi araladım. Ekranda "BİLİNMEYEN NUMARA" yazısını görünce aklıma Akif Bey'in numarasını telefonuma kaydetmediğim geldi.

"Umarım, Akif Bey'dir." diye geçirdim içimden.

Çağrıyı yanıtladım ve bu sefer tanıdık sesi duydum. Akif Bey! Arayan Akif Bey'di!

"Akif Bey, ne olur güzel haberler verin." diyerek başladım konuşmaya.

"K-kızım, babanı bulamadık. Başın sağ olsun, anneni kaybettik."

"A-Akif Bey! Ne demek kaybettik? Ölemez, ölemez benim annem!" diyerek krize girmiş gibi aynı kelimeleri tekrarlamaya başladım.

"Ölmedi! Ölemez! Yalan söylüyorsunuz!"

"Kızım, acını anlıyorum. Ama birazcık sakin olman gerekiyor. Hem bak, babanı bulmak için bir umudumuz var, kardeşin yaşıyor."

"Kardeşim, yaşıyor mu?" deyince ne halde olduğunu bilmediğim kardeşim Deniz aklıma geldi. Telefonu kapatıp Acil bölümüne koştum. Kapalı olan her perdeyi aralayıp, 'Acaba Deniz mi?' diyerek kontrol ettim. Son perdeyi de aralayınca gökyüzü mavisi gözleriyle bana bakan Deniz'i gördüm.

Deniz ile aramızda çok büyük bir yaş farkı yoktu. Yalnızca üç yaş vardı. Ancak bana "Abla" diyordu. Bu da benim hoşuma gitmiyor da değildi. Bir insanın kardeşinin olması ve kardeşinin 'abla' demesi tarifsiz bir histi. Deniz dünyaya geldiğinde dünyalar benim olmuş gibi hissetmiştim. Onunla tanıştığım ilk andan beri çok seviyordum Deniz'i.

Hızla Deniz'in yanına koştuğumda sedyenin yanına oturup Deniz'in elini tuttum. Onun elleri sımsıcaktı. Bu yüzden benim adeta buz tutmuş ellerimi ısıtmayı başarmıştı. Deniz, her anımda benim yanımda olmuştu. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmamıştı. O beni hep çok sevmişti ve bende onu. Birbirimize gerçekten çok değer veriyorduk. Ya da ben öyle zannediyordum. Ama Deniz'e sonsuz güveniyordum. Ona bir şey olmasına dayanamazdım.

"Deniz'im, nasılsın?" diye sorduğumda ikimizin de yüzünde buruk bir tebessüm oluşmuştu.

"Ablacığım, süperim. Sen nasılsın?" deyip şakaya vurmayı ihmal etmedi. Deniz'e annemizin öldüğünü nasıl söyleyecektim? Yıkılırdı. Bu yüzden birazcık kendini toparlamasını bekleyecektim.

"Bir şeye ihtiyacın var mı? Ne yapabilirim senin için?"

"Teşekkür ederim, sevgili ablacığım. Bir şeye ihtiyacım yok fakat ilginin üzerimde olmasını sevdim. Lütfen bunu daha sık tekrarlayalım." Evet, Deniz, tam bir ilgi manyağıydı.

"Oldu, paşam, başka bir isteğin?"

"Çen bana bir çey olacak diye koyktun mu çen?" deyip kahkaha atmaya başladığında hafifçe koluna vurdum.

"Ah, kolum koptu! İmdat! Ambulans çağır bari hayırsız. Kolum koptu." diyerek bağırmasıyla elinde yangın tüpü olan bir adamın üzerimize koşması bir oldu. Sanırım adam olayı yanlış anlayıp, ciddiye almıştı.

Adam, yangın tüpünü üstümüze doğrultup sıkmaya başladı. Her bir zerrem beyaz, una benzer bir tozla dolmuştu. Bunu da yaşamadım demezdim artık.

"Ah, gözüm! Abi, dur artık! Yangın falan yok! Yemin ederim, yok. Şaka yaptım!" diyen Deniz'i duyduğumda gözlerimi silip ters ters Deniz'e baktım. Adam sonunda durduğunda şaşkın gözlerle bize bakıyordu.

"Abi, kusura bakma. Bu geri zekâlı nasıl benim kardeşim oldu bilmiyorum. Ben bunun hesabını ona soracağım." dedikten sonra ayağa kalkıp Deniz'e yumuşak ama hızlı hareketlerle vurmaya başladım. Deniz ellerini ve ayaklarını öne uzatıp beni tekmelemeye başladığında, geri çekilip durmak zorunda kaldım.

"Abicim, şimdi bak ben sana olayı anlatıyorum." deyip olan biten her şeyi anlatmaya başladım.

"Tam şu anda yanımdaki sedyede yatan, geri zekâlı kız var ya, işte o benim kız kardeşim. Bu benimle dalga geçti, bende koluna vurdum, yavaşça. Ama bizim kız abartmayı çok sever. Başladı bağırmaya. Sonra sen ciddiye almışsın ve gelmişsin. Olay bu."

"Çocuklarım, az daha sessiz olsaydınız ya. Bende ciddi bir şey var zannettim. Kusura bakmayın. Hoşça kalın."

"Sorun yok, abicim. Hoşça kal." dediğimde adam yangın tüpünü de alıp, ağır adımlarla uzaklaştı.

Abi, bize birazcık kızınca aklıma annem geldi ve gözlerim doldu. Ancak Deniz'e çaktırmamak adına arkamı dönüp hızlıca akmak üzere olan bir yaşı sildim. Deniz için kendimi tutmalıydım. Her şey Deniz içindi.

Deniz neler olduğunu anlamamış olacak ki, beni soru yağmuruna tutmadı. Eğer anlamış olsaydı kesinlikle cevabını almadan beni rahat bırakmazdı.

Deniz'in serumu bittiğinde eve ne zaman gidebileceğimizi öğrenmek için doktorun yanına gittim.

"Merhaba, doktor bey. Acaba biz eve ne zaman gidebiliriz? Deniz'in serumu bitti de."

"Serumu bittiyse çıkış işlemlerini halledip eve gidebilirsiniz. Geçmiş olsun."

"Teşekkürler, iyi çalışmalar." deyip doktorun yanından ayrıldım. Çıkış işlemleri tamamlandığında bir hemşire ile Deniz'in yanına gittik. Hemşire Deniz'in serumunu çıkarttığında bende Deniz'in koluna girip ayağa kaldırdım ve yürümeye başladık.

Üzerimde kalan azcık nakit parayı da taksiye harcadıktan sonra yolculuğumuz tamamlandı ve taksiden indik. Evin önüne gelip hasar var mı diye kontrol ettikten sonra bir hasar olmadığını gördüm.

Anahtarımı deliğe sokup çevirdiğimde klik sesi duyuldu, kapıyı ittim ve eve girdik.

Kapıyı kapatıp Deniz'in yatağına yatmasına yardımcı oldum. Ve Deniz, sormaması gereken o soruyu sordu.

"Abla, annem ve babam neredeler? İyiler mi?" diyen Deniz'e ne cevap vereceğimi bilemeden, aval aval yüzüne baktım.

"Abla, daldın gittin." deyip ellerini gözümün önüne doğru salladı.

TUTSAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin