Keyifli okumalar...
Bazı anlar vardır, hani şu hiç bitmesin istediğimiz, sonsuza dek o an içinde hapsolmak istediğimiz. O anlardan birindeydim işte. Jungkook ile geçen her günüm böyleydi ama bu defa başkaydı. Elimden tutup bir çocuk sevinciyle annesine getirmişti beni. Aynı yerden, aynı şekilde kanamış olduğumuz gerçeği vardı bir de. Bilseydik tüm bunları hiç geç kalır mıydık birbirimize?
Akıttığı her gözyaşında boğuluyordum. Dizlerinin üzerine çökmüş, annesiyle konuşuyordu. Tıpkı benim gibi. Onda kendimi görüyordum. Kendi acımı, kendi yalnızlığımı, kendi aşkımı ve daha nicesini... Beni ona bağlayan ne varsa işte.
"Anne bak, sana onu getirdim. Hani anlatmıştım ya bir keresinde, aşkından korktuğum biri var demiştim ya, onu getirdim işte sana."
Kesik kesik konuşuyordu. Beni daha önce annesine anlatmış olması kalbimde milyonlarca kelebeğin çırpınmasına sebep olsa da gözyaşlarının yağmuru kaçırıyordu onları. Aşkıma hüzün bulaşıyordu onu böyle görünce.
"Ama korkma.." elleriyle akan yaşlarını silmiş,güzel tebessümü ile devam etmişti. "Artık aşkından korkmuyorum. Her aşk katili olmuyormuş insanın, beni yaşatanı getirdim sana."
Gözlerim dolmuştu. Papatya'mın acısı acıma karışmış, yerle bir etmişti beni. Annesi bir aşk kurbanıyken, aşkın güzelliğini savunuyordu şimdi ona. Zorlanıyordu, utanıyordu, kendine kızıyordu belki ama susmuyordu yine de.
"Özür dilerim anne. Keşke seni de yaşatabilseydi aşk denen şey. Bir kurbanken, sana yaşadığımı söylediğim için özür dilerim. Fakat ona bir baksana, nasıl olur da sevmem onu? Hem onu bana senin gönderdiğini de biliyorum. Tanrı ile anlaşma yapmış olmalısın."
Eşelediği topraktaydı gözüm. Sanki annesinin saçlarını okşuyordu. Ona doğru bir iki adım atıp yanına çöktüm bende. Sözcükler düşünmeme fırsat vermeden döküldü dudaklarımdan.
" Merhaba Bayan Jeon,ben Kim Taehyung. Sevgili oğlunuzun aşığı."
Jungkook yine aynı tebessümle yüzüme bakıyordu. O bana böyle bakarken de daha güçlü hissediyordum.
"Sizinle tanışmayı çok istiyordum ama bakıyorum da çoktan tanışmışız zaten."
Tebessümün yerini şaşkın bakışları aldığında konuşmamı böldü.
"Tanıştınız mı? Nasıl?"
Jungkook bana evvelden tanışıyoruz derken haksız sayılmazdı. Bu mezar taşını ilk görüşüm değildi çünkü. Yıllar önce annemi ziyaret ettiğim bir gün, deli gibi sarhoşken burada bulmuştum kendimi. Yolu karıştırıp başka bir mezarın başına geldiğimi bile anlamayacak kadar kafam iyiyken, bu mezara yaslamıştım başımı, bu mezara ağlamıştım annem bilip. Bu mezar taşına anlatmıştım güzel Papatya'mı.
"Bundan üç yıl evvel..." onun eşelediği toprağa elim giderken yutkunmuştum.
"Bundan üç yıl evvel annene seni anlattım ben."Her cümlemde gözleri daha çok açılıyordu.
"Bu nasıl mümkün olur?"
"Sarhoştum. Tek istediğim annemi görmekti, ona seni anlatmak istemiştim. Fakat kafam öyle güzelmiş ki yolu karıştırıp buraya geldiğimi sabah bu mezarın başında uyandığımda fark ettim. Yani şöyle ki Papatya'm, annen bana anne oldu ve oğlunu dinledi benden."
Zar zor durdurduğu gözyaşları yeniden ıslatmıştı yanaklarını. Galaksi gözlerine kara bulutlardan ziyade bembeyaz bulutlar yerleşmişti. Mutluluk gözyaşları olduğunu buradan anlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑷𝒉𝒊𝒍𝒐𝒑𝒉𝒐𝒃𝒊𝒂 | 𝑻𝒂𝒆𝒌𝒐𝒐𝒌
Fiksi Penggemar"Boğulacak gibi dalmışım gözlerine, Bakarken büyük laflar etmişim içimden, Sana susmuş kalbine konuşmuşum."