Sınıfın kapısından çıkıp otoparka ulaşıncaya dek aklımda tek bir şey dönüyordu masamın üstüne çizilmiş o şey. Ruhum sanki vücudumu terk ediyormuş gibi gelen bir ürperme hissi beni arabamın kapısını açmaya itmişti. Arabaya oturup titreyen ellerimle direksiyonu kavradım sanki ellerimin titremesini durdurmak istermişcesine sıkıyordum direksiyonu.
Bir kaç derin nefes alıp vermenin sonuncunda azda olsa rahatlamış ve titremeyi kesmiş vücuduma dikiz aynasından baktım. Yüzüm oldukça solmuş ve gözlerimin içindeki o hayretle karışık korku hala gün ışığı gibi parlamaya devam ediyordu.Aldırmadım ve arabayı çalıştırıp okuldan çıktım.
Eve giden o yarım saatlik ve sıkıcı yolda düşüncelerim çıkmak için yeni yerler keşfetmiş ve masamın üstündeki görüntüyü tekrar gözlerimin önüne sermişti.
Siyah kalemin rast gele masaya sürülmüş olduğunu belli eden yamuk çizgilerin ortasındaki hafif gri boşlukta tüm heybetiyle duran o şey. Kafası olmayan ve arkası dönük duran o şekil.
Bir an bana rüyamı anımsatmıştı.
Rüyamda gördüğüm mezarlıktan çıkan o oğlanı. Aklım çizilen resmin rüyamdaki ile aynı kişi olmadığını diretse de, hislerim bütün benlikleriyle aynı şey olduğunu haykırıyordu ve bu ikilem başımın ağrımasına sebep oluyordu. Başımın ağrısını ve düşüncelerimi kesintiye uğratan şey ise arkamdan gelen uzun soluklu bir korna ve yaptığım ani fren oldu. Başım ani frenin etkisiyle direksiyonda olan ellerimin üstüne kapanmıştı. Kafamı kaldırıp saçlarımı gözümün önünden çekerken yanımdan geçen beyaz audiyi fark ettim. Adam yanımdan azami bir hızla geçerken sesli olarak bir şeyler söylüyordu ama başımdaki ağrı ve yaşadığım olayın şoku nedeniyle adamın söyledikleri birer uğultudan öteye gitmiyordu. Gerçi söylediklerini tahmin etmekte pek zor değildi büyük ihtimalle küfürler savuruyordu.
Ama şu anlık bunun hiçbir anlamı yoktu.
Tekrar derin bir nefes alıp aklımdaki düşünceleri de, rüyamı da, masanın üstüne çizili o şeyi de unutmayı diledim. En azından bunu eve gidene kadar başarmayı umuyordum.
Sonunda kazasız bir şekilde eve varıp arabayı park ettiğimde omuzlarım bir anlık bir rahatlamayla gevşedi. Daha sonra tekrar eski gergin haline dönen omuzlarım ve allak bullak olmuş sinirlerim ile arabanın kapısını açıp indim. Arabanın diğer tarafına dolanıp kapıyı açtım ve içinden sırt çantamı çıkartıp omzuma takarak eve girdim. Anahtarı bir kez daha çevirip içeriye girmemle annemlerin olmadığını fark etmem bir olmuştu büyük ihtimalle yeni çalışmaya başlayan görevlide akşam yemeği için mutfaktaydı. Annemlerin yokluğu da bana akşam yemeğine kadar kendimi toparlayacağım zamanı sunuyordu. Olağanca yavaşlığımla merdivenleri çıkıp odama ulaştım. Odaya girdiğim gibi bana neredeyse bir tonluk gelen ama aslında içi boş olan çantamı bir köşeye fırlatarak yatağıma yöneldim. Yatağın üstüne tırmanır gibi çıkıp kendimi bıraktıktan sonra yüzümü tavan dönüp gözlerimi sımsıkı kapattım. Ve mırıldanmaya başladım.
"Evet ben iyiyim. Güçlüyüm ve bu rüyayı atlatabilirim. Eski yaşantıma geri dönebilirim." aynı cümleyi defalarca kez ya da artık sayamayıncaya kez söyledikten sonra gözlerimi açtım. Hafiflemiş hissediyordum. Üstümden ufakta olsa bir yük kalkmış gibi geliyordu. İyi gelmişti ya da ben artık bir şeylerin iyi gelmesini umduğumdan bana öyle geliyordu.
Kafamı dağıtmalıydım ve bunu sadece kitaplarımla yapabiliyordum. Yatağın üzerinde doğruldum ve ellerimi yanıma koyarak kafamı bir kaç kez ileri geri bir şekilde salladım. Sanırım böyle yaparak düşüncelerimi kafamdan atmayı planlıyordum. İşe yaramayacağını fark ettiğimde yataktan kalktım ve hemen yanımda duran neredeyse duvarın yarısından fazlasını kaplayan kitaplığıma doğru uzandım.
Ellerimi kitaplarımın üzerinde gezdirirken bana iyi gelebilecek bir şeyler arıyordum. Ve sanki ruhum aradığını bulmuşcasına ellerimi durdurdu ve ben elimin altında duran kitabı incelemeye başladım. Bu aylar önce -yani rüyalarımın sıklaşmaya başladığı zamana denk geliyordu- yarım bıraktığım kitabımdı.
Emma Stuvard'ın "Reverberation"kitabıydı. Diğer bir adıyla İnikas yani yansıma. Kitabın kurgusunu çok severek almıştım. Anlatılan aslında bir hikaye değil Emma Stuvard'ın yansımasıydı. Ona göre insanlar sadece ruhlarının birinci katmanından haberdarlar. Orada olan sevinçlerden ya da çöküntülerden halbuki ondan daha önemli olan şey ruhun ikinci katmanı. Ve yine ona göre ruhun ikinci katmanı " yansımamız."
Sırtımı yatak başlığıma dayadığım yumuşak yastığıma bıraktıktan sonra kitabın kaldığım sayfasını açtım.
143...
"Uğultu büyüyor ve ben küçülüyorum. Sanki sesler bedenime çarpıp uzaklaşırken parçalarımı da götürüyor. Yok oluşa sürükleniyorum. Kimse durdurmaya yeltenmiyor ya da yeltenmemelerinin nedeni kimsesizliğim mi bilemiyorum. Oturuyorum ve tek başımayım..."
Kelimeler ruhuma işlenip beni bir nebzede olsa rahatlatırken bu rahatlığımı bölen odamın kapısından gelen iki tok vuruş sesiydi. Büyük bir ihtimalle annemler gelmişti ve akşam yemeği saatiydi.
Büyük bir ustalıkla yüzüme en inandırıcı gülümsememi yerleştirip büyük seremoni için kendimi hazırladım. Odadan çıkarken ufak bir şans isteyip yukarıyla olan bağımı kontrol ettikten sonra artık hazırdım.
Öncelikle Emma Stuvard diye birisi yoktur ya da varsa bile yansıma diye bir kitabı bulunmamaktadır. Kitap ve kitabın 143. sayfası tamamen benim kurgumdur. Okuduğunuz için teşekkürler.. :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH
Teen FictionAbisinin ölümünden sonra kabuğuna saklanan bir genç. Bir mektup. Mutlu aile tablosundan kendini ayıran bir genç kız. Bir hüzün. Farklı şehirlerde birleşen bir hayat. Bir mezar. Siyahın içinde gizli bütün tonlar. Bir dans. Karanlık olduğunu iddia ede...