GEÇMİŞİN TOZLU DUVARLARI

8 0 0
                                    




12.06.2010
Evimizin karşısında tüm mahallelinin de sevdiği parkta sokak arkadaşlarımla oyun oynuyorduk. Her seferinde bu parka gelip yerden yüksek oynarız. Ayıptır söylemesi ama her seferinde ben kazandırdım. Arkadaşlarım bana ne kadar maymun deselerde bu bana bir iltifatmış gibi gelirdi. Hangi çocuk oynamayı sevdiği oyunda kaybetmek isterdi ki?
Kaydırağın tavan kısmına tırmanıp oradan arkadaşlarımı izlerken çok zevk alıyordum.  Enes aramızda en atletik olan arkadaşımızdı fakat o bile beni orada yakalayamıyordu.

''Tarzan mübarek çıktı mı inmekte bilmiyor yaa!''

Homurdanarak laflanan arkadaşlarıma gülerken bir anda parka koşarak gelen Nesrin Teyze ile herkes o taraf doğru toplanmıştı. Yüksekte olduğum için herkesi çok iyi bir şekilde görüyordum. Nesrin Teyze ağlıyordu. Hem de içli içli. Dizlerine vuruyordu ağlayarak. Tam o sırada sırayla gelen itfaiye ve ambulans ile birine bir şey olduğunu anlamıştık. Ambulans ve itfaiye bizim oturduğumuz  gecekondu evinin önünde durdu. Evimizden kara kara dumanlar yükseliyordu.

Dış cephesini annemle birlikte boyadığımız, içinde kötü anılarım da  olsa da sevdiğim evimiz yanıyordu.

Kaydırağın çatısından yere atlamamla  parkın çıkışına koşmam bir olmuştu. Küçücük bedenimi saran bir çift kol yüzünden gidemiyordum. Sarılan kişinin Mehmet Amca olduğunu gördüğü anda ağlamaya başladım.

''Mehmet amca bırak annemle içerde. Aymira çok korkar ateşten.''

Ağlayarak söylediğim cümlelerim Mehmet Amcanın göğsünde yok oluyordu. ''tamam yavrum bak itfaiyeci abiler kurtaracak kardeşini de anneni de. Ağlama güzel kızım.''

Küçücük bedenime o an gelen deli gücüyle beraber Mehmet amcanın kollarından sıyrılıp parkın çıkışına koştum. Annem eve çağırdığı zaman istemeyerek yürüdüğüm bu yolları ilk defa hızla bitirmek istemiştim.

Evin önüne geldiğimde açık kapının ardında yanan eşyalar arasında yerde yatan minik bir beden gördüm. Saçlarını tararken canı yanmasın diye saatlerce başında oturduğum, kirlenmesin, kıvrışmasın diye özenle giydirdiğimiz kıyafetleri, elinden hiç bırakmadığı ayıcığı ile yerde yatıyordu.

''AYMİRA !'' Eve koşmak istesem de yine büyüklerin engelleriyle karşılaştım. Anılarım, ailem,canım gözlerimin önünde yanmasını izlemeye beni mahkum etmişlerdi.
Annemi hala görememiştim. Annem Aymira'yı evde tek başına asla bırakmazdı. Aymira neden kapı ağzındaydı ve annem neden yanında değildi? Ben bunları düşünürken evin içerisinden üstünde beyaz bir örtü olan bir sedye çıkardılar. Evimizde annemden başka birileri de mi vardı yoksa diye düşünürken beyaz örtünün arasından bir kadın eli aşağıya düşmüştü. Bu el annemindi. Elinde babasının çocukken aldığı ve büyük geldiği için takamadığı ve şuna taktığı eski bir altın yüzük vardı.

Gözlerimi küçücük bir elin kapattığı anda ağlamaya başladım. Daha doğrusu bağırıp çığırmaya. Annemi görmek istiyordum. Benim annem ölmezdi. Hani anneler yaşlanınca ölürlerdi. Benim annem daha çok gençti. Gözlerimi açmak için direttim ve yanımda ki benim yaşıtlarımdaki çocuğu ittim. Önümdeki itfaiyeci abi ve ablaları geçip kara dumanların yükseldiği evimize girdim.

Aymira'nın önünde dizlerimin üstüne çöktüm ve onun minicik başını kucağıma aldım. Vücudunda kızarıklıklar ve akan kanlar çoktu. Üstü başı kara kara toz ve lekelerle doluydu. Göğsüme çekip sarıldığım başını kokladım. Eski temiz kokusu yoktu saçlarında. Çok kötü kokuyordu. Aymira bunu sevmezdi ki.

''Aymira ablacığım kalk hadi bak burası çok pis. Sen sevmezsin ki böyle pis yerleri bak elbiselerin saçların kirlenmiş kalk hadi onları temizleyelim. Bak oyun oynarken yaralamışsın kendini kalk onlara pansuman yapalım söz bak bu sefer sen  doktor olacaksın. Doktorlar kendi yaralarına da bakabilir hem. Aymira kalk ablacığım bak sen üşümüşsün bu gibi olmuşsun kalk kardeşim annemizi yanına gidelim o bizi ısıtır. Aymira ses versene bana! Bak sen konuşmadıkça sinirleniyorum Aymira!''

En son hatırladığım şeyse aymira'nın bir siyah torba içerisinde ambulansa bindirmeleri...

Evet o gün annem de Aymira da gitmişti. Kimse ısınamamıştı. Onlar kavuşmuştu belki de fakat ben burada yalnız kalmıştım.

Artık ne beni ısıtacak bir anne kucağı ne de oyun oynamak için yalvaran bir kardeşim yoktu.

...

Kollarımı yasladığım beyaz sert zeminde yatmaya devam ediyordum. Dizlerimin üstüne oturduğum içi karıncalanan dizlerimi umursamadan Aymira'nın mezar taşını izliyordum. Yine içimdeki baskının, üzüntünün, kederin ne içime ne de eve sığmadığı için her zaman geldiğim yerdeydim.
Ay kızımın yanında.

Acaba hala o bebek güzelliği var mıydı? Hala o kadar süslü müydü? Anneme saçlarını her gün farklı bir model yaptırıyor muydu? En önemlisi annemi bulabilmiş miydi? Çünkü hem annem hem de Aymira yalnızlıktan çok korkardı.

Mezarın üstünde büyük harflerle yazan ''kimsesiz çocuk'' içimi yakıyordu. Aymira kimsesiz bir çocuk değildi. O zamanlar baba denilen adam ne annemin ölüsüne ne de kardeşimin ölüsüne saygısı olmadığı için ''öf bunlarla mı uğraşacağım görün işte bir yere ya!'' Diye bağırarak sahip çıkmamıştı cenazesine.

Peki bu süreçte bana ne mi oldu. Aymira çok küçüktü. Bunları ona anlatamazdım. Bunları anlatarak onların tertemiz hayatlarına kara kara sular dökemezdim.

Saat sabaha karşı 03:50 olmuştu bile. Uykum gelmeye başlamıştı. Ne kadar da rahatsız bir pozisyonda yatsam da burası benim için dünyanın en huzurlu yeriydi. İnsan gürültüsü yoktu, kötülük yoktu, nefes yoktu. Burada sadece var olan sesler duymadığım kimsesizlerin sesi ve birkaç ağaç dalının hışırtısıydı.

Herkes gece mezarlığa gelmenin kötü olduğunu, mezarlıkların korkutucu olduğunu söylerlerdi. Halbuki asıl korkutucu olan varlıklar insanlardı.

Kendi düşüncelerimle uykuya dalmak üzereyken toprağa basan ayak sesleri duymamla kafamı kaldırmam bir olmuştu. Bugün çarşambayı. Kimse uğramazdı bugün buraya. Buranın deli kadın olarak adlandırdıkları kadın bile gelmezdi.

Ayağa kalkmamla ayak seslerinin tam arkamda durduğunu duymuş ve hissetmiştim. Ölecek miydim acaba? Belki de bu yüzden içimde gram bir korku kırıntısı yoktu. Arkamı dönmemle karşılaştığım yüzün suratına bakmam bir oldu. Bunun burada ne işi vardı?

Karşımda tüm heybetiyle elleri cebinde saçları dağılmış bir şekilde Alaz duruyordu.

''Afra bu saatte burada napıyorsun sen?'' Bir bana bir de yanında durduğum Aymira'nın mezarlığına bakıyordu.

''Bir yakınıma bakmaya geldim asıl senin ne işin var bu saatte burada? Daha önce hiç görmedim seni buralarda?''

''Seni takip ettim.''
Dediği cümle ile afallamıştım. Ne demek beni takip etmişti? Ama emindim kimsenin peşimde olmadığından. Geçtiğim yollarda duran geçen herkesi tanıyordum artık.

''Dalgındın. Peşinde olduğumu bile anlayamayacak, ayak seslerimi duyamayacak kadar dalgındın. İçinde kendi kendini yeme.'' Hala bana bakmıyordu. Yanımda duran temiz mezarlığa Aymirama bakıyordu.

''Neden takip ettin beni?''
Soruma cevap vermedi. Sadece ve sadece gözlerimin içine baktı. Sanki bana bir şeyler anlatmak istiyormuş gibi. Üzgün değildi. Kızgın da değildi. Duygusuzdu bu bakış. İnsan sarrafı olmuştum artık. Küçüklüğümden beri az konuşmayı severdim. Belki de buna mahrum bırakılmıştım. Bu yüzden de insanların ne dediklerini ne demek istediklerini yüzlerinden anlardım.

''Bulmuşsun sonunda.''

Duyduğum cümle ile beynimin döndüğünü hissetmiştim. ''Ne? Sen? Sen ne demek istiyorsun?''

''Aymira'yı. Bulmuşsun sonunda.''

...
Evet bıraktığım yer biraz yarım olabilir ama bitmesi gereken yer tam olarak burasıydı.
Uzun zamandır bu kitabıma bölüm atmamıştım. Yazmak o kadar iyi geldi ki...
Bir dahaki bölümde görüşürüz:)

AŞK YÜKLENİYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin