Jason
Savaş tek kelimeyle yıkımdır. Sevdiğiniz insanların gözlerinizin önünde can çekiştiklerini görmek ve hiçbir şey yapamamak kadar acı verici bir şey varsa, o da bu durumu bir çok kez yaşamaktır. Ve ben o yıkımın içinden kaçıp, sığınacak bir yer arayan şifacıyım. Yaşadığım krallıktan, halkıma yardım edemeyecek kadar cehennem olan yerden, evimden kaçtım.
Bugün bir hafta oldu. Doğup büyüdüğüm yer kül oldu ve ben oradan ufak yaralarla kurtuldum. Şu an Ametrin Krallığı'na gidiyorum. Bir şifacının hiç durmadan kendini geliştirmesi gerekir. Ve ben daha yolun başındayım. Şifacılar arasında en iyisi olan Üstat Charles Dean'e, beni kabul etmesi için yalvarmaya gidiyorum. Biraz şansım varsa hem en iyi şifacıdan eğitim alacağım hem de yaşayabileceğim bir evim olacak.
Uzun ve yorucu geçen yolculuğumun sonunda Ametrin Krallığı'na geldim. Tam bir cennet olan krallık sesiz ve sakindi. Bütün dikkatimle etrafa bakarken yavaş yavaşda ilerliyordum. İleriye doğru birkaç adım daha attığım an da belimde hissettiğim kılıçla durdum. Sakince ellerimi yukarı kaldırdım.
'Kötü biri değilim.' Kafamı çevirmeye çalışırken belimdeki kılıcın baskısı artınca, kafamı çevirmekten vazgeçtim.
'Ben şifacıyım. Buraya Üstat Charles Dean için geldim.'
'O seni tanıyor mu?'
'Hayır.'
'O zaman hemen git buradan.' Asker olduğunu anladığım adam beni belimden itip kendinden uzaklaştırdı. Afallamam geçtikten sonra askere doğru dönüp karşısına geçtim.
'Benim Üstat Charles'ı görmem gerekiyor. Buraya onun için geldim. Lütfen izin verin.'
'Buraya neredeyse her gün senin gibi bir çok şifacı geliyor. Ve şifacı Charles'da kimseyle görüşmüyor.'
'Neden herkesi görmeden reddediyor?' Sorduğum soru askeri şüpheye düşürmüş olacak ki kaşları hafif çatıldı ve sadece bakakaldı. Bu durumu fırsata çevirmem gerekiyordu. Biraz daha üstelersem belki pes edip bana hak verebilirdi.
'Bence bu zamana kadar görüşmelerin olmamasının sebeplerinden biri de sizsiniz. En azından kısa bir değerlendirme yapıp içeri almak ve gelen şifacılardan bir kaçının Üstatla görüşmesini sağlamak sizin göreviniz değil mi?' Askerin gözleri şaşkınlıkla açıldı. En azından kafası karışmış ve düşünüyor gibi görünüyordu. Bu durum bana doğru yolda olduğumu gösteriyordu. Gerçekten Üstat bu zamana kadar nasıl kimseyle görüşmek istemezdi. Her gelen neden sebepsizce gönderiliyordu. Asker biraz önce beni korkutmak için kullandığı ve hâlâ bana doğru tuttuğu kılıcı indirdi.
'Bizim görevimiz aksi söylenene kadar gelenleri içeri almamak. Nedeni bizi ilgilendirmez. Biz bize söylenenleri yaparız. Sen de sana söylediğim şeyi yap. Git.' Söylediklerim boşa olamaz. Ben bunca yolu boşa gelmiş olamam. Kendimi bir hiç yapamam. Ama daha fazla zorlarsam sonucun iyi olmayacağıda ortadayken ileri gidemem. Her gün ısrarla gelsem kabul edilir miydim? Ah denemekten başka çarem yok. Ne kadar pes etmek istemesemde en azından bugünlük bu kadar yeterli diyerek arkamı döndüm. Geldiğim gibi gitmek ne kadar canımı sıksa da gidiyordum. Hiçbir şey elde edemeden, ne yapacağımı, nerede kalacağımı bilmeden gidiyordum.
'Hey şifacı!' Arkamdan duyduğum sesle daldığım olumsuz düşüncelerden çıktım ve askere döndüm. Askerin yanında üç kişi vardı. İkisi kendi gibi asker biri uzun sakallı ve bembeyaz kıyafetleriyle yaşlı bir adamdı. Yoksa bu adam...
'Üstat Charles?' Gözlerini dikmiş bana bakan yaşlı adama baktığımda ve bana gülümsediğinde tahminimin doğru olduğunu anladım. Herkesin hayran olduğu, sayılı insanın gördüğü Üstat Charles karşımda duruyordu. Hemen kendimi toparlayıp büyük bir mutlulukla Üstat'a doğru ilerledim.
'Üstat Charles. Merhabalar efendim. Nasılsınız? Ben de sizin için gelmiştim. Sizi görmem gerekiyordu ama göremeyeceğimi sanmıştım...'
'Sakin ol şifacı...'
'Ah haklısınız Üstat. Ben sizi görünce çok heyecanlandım, üzgünüm.'
'Anlıyorum, önemli değil. Hadi içeri girelim.' Üstat Charles'ın benimle böyle samimi konuşup anlayışlı olacağını, beni içeri davet edeceğini hep hayal ederdim ve şu an hayallerim gerçek oluyordu.
'Hadi şifacı gelmiyor musun?' Üstat'ın sorusuyla kendime gelip harekete geçtim. Buraya gelmek için her şeyi yapmışken içeri girmemek aptallık olurdu. Üstat, yanına geldiğimde bir anda elimi tutup ters çevirdi. Ben ne yapacağını şaşkınlıkla izlerken baş parmağıyla bileğime bir daire çizdi ve bilmediğim bazı sözler söylediğinde dairenin olduğu yerde bir damga oluştu. Ben şaşkınlıkla bileğime bakarken Üstat elini çekti.
'Krallığın sembolü. Artık Ametrin Krallığı'ndansın.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AMETRİN
FantasyDaha küçük bir çocukken 'paterna cor' kimi seçerse onun kraliçe olacağını biliyorduk. Tarihimizi ve güçlerimizi kullanmayı öğreniyorduk. Bize masal gibi anlatılan geçmişimiz, büyüleyici görünüyordu. Ama büyüdük. Artık masalsı görünün o geçmişin büyü...