|unus|

101 7 58
                                    

Tanrım, neydi bu çektiği acı? Niye bu kadar acı çekiyordu? Niye titriyordu? Niye, niye? Hani bitmişti tüm bu kötülükler. Hani kurtulmuştu onlardan. Söz vermişti Meyus'u ona. Meyus. Meyus? Meyus'u neredeydi? Çığlıklarını neden duymuyordu? O da mı gitmişti yoksa? Yine tek başına mı kalmıştı? Kalamazdı, kalmayacaktı. Neden karanlıkta, yağan sağanak yağmurun altında kaldırım taşında tek başına oturuyordu o zaman? Bulurdu onu Meyus'u... Bulurdu, değil mi?

"Bulur musun beni Meyus?"

Kendi sesini kendisi bile zor duyuyordu. Fakat Meyus'u onu hep duyardı. Yine duyacaktı. Duymak zorundaydı. Söz vermişti bir kere. O sözlerini hep tutardı. Kimsenin verdiği sözlere inanmazdı ama Meyus'unun verdiği sözlere inanırdı. Yine inanmak istiyordu, inanıyordu da gerçi. O da sözünü tutmalıydı şu an. Tek söz veren Meyus değildi sonuçta. O da Meyus'una sözler vermişti. O da tutardı sözlerini. Sadece Meyus'una verdiği sözleri tutardı. Tutacaktı yine, her zamanki gibi. Güveniyorlardı birbirlerine. Bu güveni yıkmayacaktı. Belki şu an yanında değildi Meyus'u, belki de göremiyordu onu, işitemiyordu, dokunamıyordu, kokusunu özlüyordu ama hissediyordu onu yanında. Meyus hep onun yanında olacağını söylemişti.

"Bal'ın verdiği sözü tutacak Meyus'um. Bal'ın uçuramadığımız her uçurtmayı sen gelene kadar senin yerine uçuracak. Bal, Meyus'un anılarını o gelene kadar yaşatacak birtanem."

Kalktı oturduğu yerden. Kalktı ve sildi yüzündeki karamsarlık izlerini. Sözü vardı ve tutacaktı. Meyus için yapacaktı bunu. Anıları, yaşayamadığı günleri, yaşayacakları günler için yapacaktı. Çevirdi başını karanlık gökyüzüne, hızlı hızlı düşen yağmur damlalarının tenine nüfuz etmesine izin verdi. Kendisinin bile zor duyduğu o sözleri fısıldadı gökyüzüne.

"Bal, Meyus'u çok seviyor."

🪁

"Hey, Jeongin!" Ah, yine başlıyordu işte. Ne kadar da güzel! Her sabah sıkılmadan kendisini beklemeyi nasıl beceriyordu bilmiyordu fakat sanırsam onu biraz da olsa mutlu hissettiriyordu.

"Günaydın tatlı ayçiçeği, bugün ne kadar da enerjiksin öyle!"

Yakın arkadaşı Seungmin'in imalı ve kendisinin aksine enerji saçan ses tonuna karşılık ufak bir tebessüm belirmişti yüzünde. Her ne kadar karakter olarak zıt kutuplara sahip olsalar dahi seviyordu onu. Evet, sabahları kargalar bokunu yemeden evden çıkmalarına rağmen enerji saçan halini de seviyordu.

"Günaydın bok böceği, sana da günaydın. Daha kargalar bokunu yemedi nereden geliyor bu enerji pek anlamış değilim açıkçası."

Gözlerini devirmişti kahverengi saçlı, tek kolunu yanındaki dibi gelmiş mavi saçlı gencin omzuna atarken. Pek takmıyordu artık bu sözlerini, başlarda çok kafaya takardı Seungmin. Ama alışmıştı zamanla, onun böyle olduğunun ve böyle rahat olduğunun bilincine varmıştı. Mutluydu, çünkü biliyordu ki Jeongin sadece yakınlarının yanında böyle konuşurdu.

Bunları düşünmeyi bıraktı hemen, çünkü uğraşması gereken bir arkadaşı vardı. Bakışlarını gezdirdi onun üzerinde. Bol kot pantolonu, beyaz bol gömleğinin üzerine geçirdiği mavi süveteri saçlarıyla uyumluydu. Her zamanki converselerini giymişti. Boynuna astığı siyah kulaklığı ve tek omzundan sarkan içine birkaç defter, kitap ile beraber şiirlerini yazdığı defterin olduğuna emin olduğu çantası ile açıkçası hoş görünüyordu. Hatta hoş biraz eksik bir kelime olabilirdi. Yakışıklıydı Jeongin, Seungmin öyle düşünüyordu. Yakın arkadaşının yüzüne baktı, beyaz ve pürüzsüzdü. Tek kulağında gümüş ince sallantı küpesi vardı; parmaklarında ise evet, o ince, uzun, kemikli, zarif parmaklarında her zamanki gibi yüzükleri vardı. Sağ elinin serçe parmağı ve işaret parmağı, sol elinin ise sağ elinin aksine onu tamamlayacak şekilde baş parmağında, orta parmağında ve yüzük parmağında siyah oje vardı. Görünüşüne hoş bir görüntü katıyordu.

Tiny Kite | HyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin