Uykusuzluğun hüküm sürdüğü bir hafta geçirmişti. Uyuyamıyordu, izin vermiyordu kafasının içinde hız kesmeksizin dönüp duran düşünceler. Ne zaman uyumak istese kabuslarla uyanıyordu. Peşini bırakmayan kara bulut gibi onu ele geçiren kabuslarına karşı koymuyordu. Bir süre sonra biteceğini düşünüyordu. Bitmeliydi, bu şekilde ilerleyemezdi. Çok yorgun düşüyor, çalışması gereken derslerine odaklanamıyordu.
Derin bir nefes alıp mutfağa yöneldi. Çıplak ayaklarının temas ettiği soğuk zemin içini ürpertiyordu fakat o, umursamamayı tercih ediyordu. Karanlık koridorda ilerleyip soğuk mutfağa girdi. Mutfağın camını açık unuttuğu için soğumuştu içerisi. Işıkları açtı yavaşça, karanlık oda aydınlanırken vakit kaybetmeden açık pencereye yöneldi. Pencereyi kapattı, soğuk odayı biraz ısıtmak için evin derecesini biraz yükseltti.
Durdu sonra odanın ortasında fincanların, kupaların olduğu dolaba baktı. Gözü kahve kavanozuna gitti sonra. Hayır, içmemeliyim diye düşündü. Yorgundu ve uyuması gerekiyordu, uykusunun kaçması değil. Bitki çaylarına yöneldi sonra, çok içmese dahi her ihtimale karşı evinde her çeşit bitki çayı bulunuyordu. Seungmin ve annesinden kalma bir alışkanlıktı. Kettle'a uzattı elini, belirli miktarda su doldurup suyun kaynamasını beklemeye başladı. Kalçasını mutfak tezgahına yasladı, gözlerini kapatıp sessizliği dinlemeye başladı.
Gözlerini kapatmasıyla günlerdir gördüğü kabuslar gözünün önüne geldi. Hızla açtı gözlerini. Boş eve oflayıp kupaların olduğu dolabı açtı. Kırmızı, üzerinde siyah bir kedi olan kupasını aldı eline. Bitki çaylarının olduğu çekmeceyi açtı vakit kaybetmeden, papatya ve melisa çayı üzerinde gezdirdi gözlerini. Kısa bir kararsızlığın ardından papatya çayına uzandı eli. Bir paket alıp kupasının içine attı.
Kettle'dan gelen "tık" sesi ile tam kettle'a uzanmıştı ki çalan kapı zili ile kaşlarını çattı. Elini sweattshirtünün cebine atıp telefonunu çıkardı.
02.43
Hangi deli gecenin bu saatinde kapısını çalardı ki? Telefonunu tekrar cebine atıp kapıya yöneldi. Bir süre kapıyı açıp açmama konusunda kararsız kaldı. Tekrar çalan zil ile daha fazla düşünmeden kapıyı açtı. Karşısında gördüğü üç surat ile şaşkınlıkla kaşlarını havalanmış, ağzı şaşkınlıkla açılmıştı. Önünde pijamaları, abur cuburları ve ek olarak elinde bir tane yastık tutan bir Changbin görmeyi beklemiyordu. Birkaç kere gözlerini kırpıştırıp karşısında duran gençlerin gerçekliğini sorguluyordu.
"Ne dikiliyorsun orada öyle, çekil kenara da içeri girelim. Donduk burada."
Seungmin'in sözleriyle transtan çıkmışçasına başını sallayıp üç pijamalı gencin içeri geçmesine müsaade etti. Üç genç salona ilerlerken Jeongin ufak bir kıkırtı sunmuştu boş koridora.
Elini eşofmanın ceplerine atıp salona giden arkadaşlarının yanına ilerledi. Odaya girdiğinde odanın ayrı bir köşesine yayılmış arkadaşlarını izledi ayakta dikilerek. Bir elini cebinden çıkarıp iyice dibi gelmiş saçlarını karıştırdı. Uykusuzluktan morarmış göz altları çökmüştü. Bir an önce bu sorunu çözmeliyiz diye düşündü arkadaşları. Mavi saçlı arkadaşını böyle görmek hepsini derinden üzüyordu.
Jeongin yere oturup hepsine aşağıdan bakarken birden şen kahkahalarını sundu tüm odaya ve arkadaşlarına. Şaşırmıştı buna karşı arkadaşları, çok içten gülüyordu Jeongin. Bitmesini beklemişti arkadaşları, Jeongin ise uzun süre kahkahalarını durduramamış tüm içindekileri dökercesine gülmeye devam ediyordu. Birkaç dakika sonra sakinleşmişti Jeongin, bu sefer suskunlaşmış arkadaşlarına bakmıştı.
"Gecenin bu saatinde neden geldiniz?"
"Çok açık sanıyordum Jeong. Pijamalı üç genç, elinde abur cuburlar var ve bir tanesinin elinde yastık var. Acaba neden geldiler?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tiny Kite | Hyunin
Fanfiction"Bugün yine uçurtma uçurdum.. Ama tek eksik neydi biliyor musun Hyun? Bu sefer bana yardım eden sen yoktun."