chapter seven

490 41 45
                                    

yedi- yazgısı bir, acısı tek ve yüreğine denk

cinsel içerik bulundurmakta, okurken dikkat etmeniz tavsiye edilir.

****

Yorgundum.

Yorgun olduğumu biliyordum ama hissedemeyeceğim kadar bastırılmıştı, epey saattir ayaktaydım, günüm yoğundu, kesinlikle yorgundum fakat hissedemiyordum. Yanımdaki alfanın feromonlarını alabiliyordum, avuç içi hala yaralıydı, attığı her adımla beraber zihnim karmaşıklığa doğru ilerliyordu. Şu ana dek hissettiğimden daha büyük bir heyecan içerisine çekiliyordum ve bu her şeyi örtüyordu.

Göz ucuyla görebildiğim silüetinden bir şey anlaşılmıyordu. Kesinlikle görmeye alışık olduğum şekilde sert değildi fakat yumuşamış da diyemezdim. Yüzündeki soğukluk eser miktarda azalmıştı her ne kadar duygularını belli etmekten yoksun olsa da. Hoşnut sayılabileceğim bir durumu doğurması gerekirken aksine stres altında hissettiriyor, yakıcı bir duygu boğazımdan yukarıya tırmanıyordu. Akıp gidişini anlayamadığım zamanın büküldüğü bir andaydım, duygularım yoğundu, an içerisinde kavramakta zorlandığım diğer bir husus kendimden başka bir şey değildi. Dalgın olduğumu söyleyebilirdim fakat ürpertiye öyle kapılmıştım ki en ufak bir hareket dahilinde vücudum tepki veriyordu. Dalgın değildim, o vakit üzerimdeki halin açıklaması neydi, bu da cevapsız kalacak bir suale benziyordu. Çok geçmeden prensin odasının kapısı aralandı, aynı zamanda düşüncelerimin çektiği karanlıkta aydınlandı o dalgın halden ani bir şekilde kurtuldum. Ayaklarım yere bastı, göğsüm sıkıştı, gözlerim büyürken kesikçe nefes aldım.

Heyecan belirtileri yok olmuştu, geriye gerginlikten başka bir şey kalmamıştı. Prens içeriye geçmemi bekliyordu bu yüzden kendimi zorlayarak da olsa hareket etmeliydim. Yutkundum büyük odaya girerken, başımı çevirip hiçbir şeye bakmak istemedim, o an oda bomboş bir haldeydi benim için. Peşimden adım sesleri duydum, büyükçe odanın ortasında kalan yatak odayı üçe bölüyordu, bir tarafta uzun beyaz altın işlemeli masa ve gösterişli bir koltuk, diğer tarafta lacivert altın işlemeli bir koltuk takımı vardı. Takımın arkasında kalan alan boydan boya camdı, geniş terasa açılıyordu. İlk göze çarpan eşyalar dışında fark edemediğim detaylarla doluydu oda. Ben rahat nefes alma derdine düşmüşken Jeno görüş açıma girdi. Üzerindeki cüppeyi ve beyaz ceketi çıkardı, sadece lacivert gömleği üst gövdesinde kaldığında eli düğmelerine gitti, tek elle düğmelerinin birkaçını açarken epey yavaştı. Genişçe açılan yakalarından boynuna süzüldü eli, tenini ovaladı sonra da gözleri bana doğru döndü. Yeminden itibaren kalabalıkla çevrelenirken hissedemediğim duygular nüksetti, Jeno uzunca gözlerime baktı.

Heyecanı hissedebiliyordum, kalbim göğsümü dövüyordu, gergindim nefes alırken dahi canım acıyordu. Zihnim büyük bir karmaşa içerisindeydi fakat Jeno'nun gözlerine bakarken her şey farklı bir kılıfa bürünüyordu. Tekrar zamanın hiç akmadığı hissiyatına kapılıyordum, panik altında zihnim bulanıyordu. Teninden çektiği eli yarasının üzerindeki sargıya gitti bakışları da benden çekilirken adımları bana dönüktü. "Neden sol elimi kestiğimi biliyor musun?" dedi yaklaşırken. Aramızdaki mesafe azaldığında, tam karşıma geçtiğinde duraksadı, tekrar gözlerimiz buluştu. "Bilmiyorum." diyerek cevapladım onu. Yaklaştıkça fark etmiştim alışık olduğum sert simasından sıyrıldığını, yalnızca izler taşımaya başladığını. Göğsüm hala acırken yutkunma ihtiyacı duyuyordum, nefeslerim yetersizdi ama hiçbir şey de yapamıyordum.

"Sol elimle kılıç tutuyorum, topraklarımı sol elimle koruyorum, alabileceği en ufak hasar sonumu doğurabilir ama ben senin için sol elimi kesiyorum. Zira senin için topraklarımdan vazgeçebilir, varlığımı nihai temelinden kolaylıkla ayırabilirim. Senin için şu andan itibaren varlığımı hiçe sayabilirim."

like a flowing wind -nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin