chapter three

475 43 74
                                    

üç- dinmek bilmeyen bir yaraya soğuk şifa olmuyor

****

"Topraklarımı varlığınızla şereflendirdiniz prensim."

Soğuk yüz ifadesi hafif bir tebessümle gölgelenirken kalın ses tonu derinden geliyordu. Rüzgar arkasından esmeye devam ederken duruşu sarsılmazdı. Tepeden bakan kısık gözleri üzerimde geziniyor, dikkatlice inceliyordu bedenimi. Söylediklerine karşı tebessüm ederken hafifçe eğildim. "O şeref bana ait." dedim ses tonumu sabit tutmaya çalışarak.

Hava soğuktu, hava epey soğuktu ama sırtımdan aşağıya ter damlalarının yuvarlandığını hissedebiliyordum. Gerginlikten titremek üzereydim, sersemlemiş hissediyordum, karşımdaki alfa bakışlarıyla her şeyi daha da karmaşık bir hale getiriyordu. Harelerimizin buluştuğu her an dizlerimin bağı çözülüyor, vücudum güç kaybeder gibi amansız bir hissiyatın içine düşerken kurdum alfanın varlığından kötü derecede etkileniyordu. Omegam feromon salgılayabilmek için çırpınsa da görmezden gelerek omuzlarımı dik tutmayı sürdürdüm. Karşısında küçük düşecek bir konumda bulunmayı istemiyordum.

"Akşam yemeğine kadar dinlenin lütfen. Bana eşlik etmenizi istiyorum." kalın sesi tekrar kulaklarımı doldurduğunda vücudumdaki ürperti büyüdü, titremelerim artarken karşımdaki alfa hafifçe eğildi. Doğrulduğunda gözleri üzerime değmeden arkasını döndü, sert adımlarının yeri döven sesi yankılanırken nefesimi tuttuğumu yeni yeni fark edebildim. Aynı şekilde onca kişiye rağmen hiçbirinden nefes sesinin dahi alınmadığını, soğuk havadan değil de hepsinin gerginlikten buz kestiğini fark ettim. Derin bir solukla göğsümdeki ağrıyı yumuşatmaya çalıştım bu sürede önümde eğildikten sonra prensin arkasından ilerleyen askerleri izledim. Birinin Donghyuck'un eşi Mark olduğunu seçebilmiştim. Gözden kaybolana dek bakışlarım onların üzerinde sabitti. Kendime sakinleşmek için tanıdığım süre son bulurken soğuk hava tenime işleniyordu, prensin gitmesi üzerimdeki gerginliği yüksek bir miktarda azaltmasına rağmen burada kalakalmak rahatlığa ulaşmamı engelliyordu.

"Odanıza kadar eşlik etmeme izin verin prensim." Donghyuck'un yumuşak sesini duyduğumda ona doğru döndüm. Dönmemle beraber arkasındaki hizmetliler eğilirken Donghyuck bana bakıyordu. Başımı sallayarak sessizce onayladım onu, önüme geçip sessizce yürümeye başladığında takip ettim. Jeno'nun ilerlediği yoldan geçip, sarayın içine geçtiğimizde merakım her şeyden ağır basmaya başladı. Kalp çarpıntım eşliğinde büyüyen gözlerim etrafta gezinmeye başladı. Geçtiğimiz uzun koridorları aydınlatan büyük, kristal avizeler, beyaz duvarlara eşlik eden lacivert detaylar, bazı koridorları süsleyen usta elinden çıktığı belli olan tablolar önem arz etmese de hepsini inceleyerek önümdeki bedeni takip ediyordum. Geçtiğimiz koridorlar ikiye ayrılıp, bazısı kapısı altın işlemeli odalara çıkıyordu. Beklediğim kadar abartılı değildi fakat zarif dokunuşlarla yakalanan hava kudreti anımsatmakta yeterliydi.

"Bu koridorun sonu Prens Jeno'nun odasına çıkıyor." Donghyuck ilgimi çekebilmek için boğazını temizledi. "Sizin odanız da bu tarafta hazırlandı prensim." Önce gösterdiği yere baktım, tabloları takip ede ede ilerleyen gözlerim istediği manzarayla karşılaşmayınca benim için hazırlanan odaya doğru döndüm, bir şey dememeyi tercih ederek ilerlemeye başladım. Büyük kapı aralanıp içeriye geçebildiğimde karşılaştığım oda beklentilerimi karşılayacak düzeydeydi. Boğucu, koyu renkler hakim değildi. Sarayın bütününde olduğu gibi beyaz ön plandaydı. Büyük odanın tavanında altın işlemeli motifler göze çarpıyordu, balkon kapısına doğru uzanan ince motifler bazı kısımlarda duvara sarkıyor, geniş yatağın başlığına kadar iniyordu. İşlemeli koyu lacivert saten örtüyle örtülmüş olan yatağın karşısında takılarımın asıldığı masa, masanın üzerinde yuvarlak bir ayna duruyordu.

like a flowing wind -nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin